Aydınlanmanın batısından aydın manzaraları: Prometheus, kendi aydınlığında nasıl kör olabilir?
Aydınlar, dünya milletlerinin başına gelen hem en iyi, hem de en kötü olgulardan biri galiba. Hem onlarsız yapılamıyor, hem de onlar yüzünden insanlık tam düze çıkacakken, yeniden çukurun dibine yuvarlanabiliyor. Belki de rahmetli Attila İlhan’ı çileden çıkartıp, acımasız aydın eleştirilerine sürükleyen de bu olmalı. Sevgili ağabeyimiz Attila İlhan, yıllarca hem Türkiye’de, hem de başta Paris olmak üzere dünyanın en önemli merkezlerinde, bu bahsettiğimiz “aydın” tayfasının içini dışını güzelce gözlemlemiş olmalı. Bunun sonucunda da, özellikle Türk aydınına derin eleştiriler yönelmek zorunda kaldı, hayatının son gününe kadar.
Bugün, Türk aydınlarını Attila İlhan’ın eleştirileri ile başbaşa bırakıp, Batı’nın bu tip aydınlarını biraz inceleyeceğiz. Ne de olsa, ABD ve İngiltere başta olmak üzere, son 200 senedir, Batı’nın dünya hakimiyetini kazanma ve devam ettirmesinde, bu tip “aydınlar” birinci derecede sorumludurlar. Oxford, Harvard, Cambridge ve Sorbonne Üniversiteleri gibi merkezlerdeki “think-tank=fikir-tankı” üyelikleri ile dünyadaki gelişmeleri yönlendirme, bunların çabaları sonucu olmakta. Her Batı üniversitesinin eğitim programının bir köşesinde, Batı hegemonyasının nasıl sürdürüleceği ve bunu binbir türlü renk ve tad ile karıştırıp, dünyaya nasıl satabileceklerine dair bölümler, enstitüler ve vakıflar olur. Hoover, Stratford, Smithsonian, East-West Institute, SOAS, Freedom House, bu isimlerden sadece birkaç tanesidir. Bunu, yüzler hatta binler ile çarpın, dünyanın siyasi-ekonomik gidişâtına hükmeden Batı aydınlarının sayısını bulabilirsiniz. Belki de bunların çokluğu ve arkasındaki Batı devlet desteklerinden dolayı, güzelim dünyamızda bir gün bile rahat nefes alabilecek bir fırsat bırakmıyorlar bize. Aldıkları milyonlarca dolar ve avro destek ile bu sözde Batılı aydınlar, günün her saati fikir üretip Batı hegemonyasının hayatlarımızın en derinlerine bile nasıl nüfuz edeceğinin hesabını yapıp, kitabını yazmaktalar. Bizim bu satırları yazdığımız dakikalarda, bunlar da Londra’da, Paris’te ya da New York’taki ofislerinde kendi emperyalist teorilerine kalem sallamaktalar.
BATI’NIN SOLU ANCAK BU KADAR MI OLUYOR ACABA?
Yıllar içinde, kitaplarının hemen çoğunu okuduğumuz, bazılarının konferanslarına katıldığımız şu yazarlar, bu kategoriye giren “Batılı Aydın” tipinin en meşhur örnekleri diyebiliriz: Noam Chomsky, Niall Ferguson, Richard Kaplan, Jared Diamond, Peter Frankopan, George Friedman, Michael B.Oren, Shawn Walker ve diğerleri. Biz de rahmetli Attila İlhan gibi, bu tür Batılı aydınlar ile ABD’nin hemen her şehrinde, Londra’da, Brüksel’de, Edinburg’da ve diğer onlarca Batı şehrinde karşılaştık ve dünya sorunlarını tartıştık. Bunlar, genellikle üniversitelerdeki enstitülerde veya vakıflarda görevlidirler. Bazıları da, resmi olarak devlet kurumlarında en üst düzeyde politika belirleyici olarak çalışırlar. Batı devletlerinin resmi görevlileri, zaten işlerini yapmakta ve maaşlarını haketmektediler. Onların başka türlü olmasını zaten beklemek gerekmez. Ama, görünüşte bağımsız aydın olduklarını ifade eden ve “solculukları” ve “muhaliflikleri” ile ortalıkta dolanan o kadar çok sayıda aydın-yazar var ki, bunlar bir bakıma James Bond filmlerindeki iki-taraflı oynayan ajanlara benzemekte.
Geliniz bunlardan birkaç tanesini, bu konuda fikir edinmek için ele alıp, değerlendirelim: Bu kategoriye giren ilk aydın-yazar elbette ki ünlü Amerikan “muhalif” Noam Chomsky olacaktır. Son yirmi senedir üniversite konferans salonlarının vazgeçilmez konuşmacısı haline gelen Noam Chomsky, genellikle ABD’nin iç işleyişine ilişkin oldukça “solcu” ve demokrat çözümler üretir ve bu konuda da büyük destek bulur “solcu” çevrelerden. Ama, iş ABD’nin dünya çapındaki emperyalist girişimleri ve planlarına gelince, bu solculuk her nedense, rengini büyük ölçüde kaybeder. Bunun en açık örneğini, daha 2021’in Mayıs ayında Türkiye’ye ilişkin olarak verdiği demeçte,”gittikçe daha da otoriter bir hal alan Erdoğan rejiminin Türkiye toplumu üzerindeki boğucu hâkimiyeti genişledikçe özgürlükler de kısıtlanıyor" diyerek, FETÖ’nün ve PKK’nın “özgürlük ve insan hakları” söylemlerini tekrar ederek göstermişti. Yani ABD içinde kendi sistemlerini bir bakıma doğru şekilde görebilen Chomsky, iş ABD’nin dünya çapındaki faaliyetlerine gelince adeta bir “affedici” rolü üstlenebiliyor. Kendi devletinin kurup desteklediği ve “kara gücüm” rütbesini verdiği PKK’ye o denli sempatisi var olmalı ki, Erdoğan’ın tam da Güneydoğudaki PKK Hendek savaşlarının ortasında, kendisini gerçekleri görmesi için davetine karşılık şunları söyleyebilmişti: “Eğer Türkiye’ye gitmeye karar verirsem, bu onun davetiyle değil; sık sık olduğu gibi aralarında yıllardır ciddi bir saldırıya maruz kalan Kürtlerin de olduğu cesur muhaliflerin davetiyle olacak”. Yani o çok kuvvetli analiz yeteneğini, ABD ile PKK arasındaki örgütsel ilişkiye uygulamak yerine, Amerika’yı “affettirecek” kelime oyunlarına sığınmıştı.
NEW YORK TİMES SOLCULUĞU İLE OLMUYOR ELBETTE!
Aynı durumu Amerikan sosyalistlerinin oldukça saygın düşünürlerinden olan Profesör Michael Parenti ile Berkeley’deki kafelerde yaptığımız sohbetlerde de görmüştüm. Sosyalist düşüncelerinden dolayı Amerikan üniversitelerinden atılan Parenti, iş Orta Doğuda olup bitenlerin tahliline gelince, New York Times analizlerinden öteye geçemiyordu. Benzer olguyu, Kaliforniya’nın hemen her köşesinde tartıştığımız “solcu aydın ” dostlarımızda da görüyorduk zaten. Amerikan devlet kurumunun adeta sözcüsü olan New York Times ve benzeri medya organları, onların dünya analizlerinin merkezinde oluyordu her zaman.
ABD’de “aydınlar” bu durumda, ama Avrupa’lılarınki daha mı iyi acaba? Elbette Batı dünyasının merkezi olarak ABD, düşünce alanında da Avrupa soluna kendi rengini kolaylıkla verebiliyor. Bunu Soğuk Savaş günlerinden beri kolaylıkla takip edebilmekteyiz. Kore savaşında, Vietnam savaşında, Endonezya’da 2 milyon komünistin bir gecede yokedildiği 1965 darbesinde, 1970’ler boyunca Latin Amerika’da onbinlerce solcu aydının işkence tezgahlarında öldürüldüğü günlerde, Irak işgali ve Suriye’nin talan edilmesinde, Avrupa aydınları sınıfta kalmıştır. Ve daha yakından bir örnekle, kendi ülkemizde son 40 senedir, her türlü metodla terör estiren PKK ve FETÖ’nün birer “kurtuluş savaşçısı örgüt” olduklarına Avrupa aydını yürekten inanmakta ve açık desteklerinde hiçbir sorun görmemekte. Bu konuda, ender örneklerden olduğunu düşündüğümüz Fransız piyanist Stephane Blet gibi daha yürekli ve gerçek aydınlar da, ya fiziki olarak ya da sanatsal olarak yok edilmekte.
İLİŞTİRİLMİŞ AYDININ PANZEHİRİ: MİLLİ AYDIN
Hemen hergün, Avrupa’nın veya ABD’nin lüks bir üniversite salonunda panel toplantıları yapar bu “aydınlar”. Dünyayı tartışırlar ve “insan hakları, demokrasi, özgürlük” konularında ağdalı ve akademik jargon ile birbirlerini desteklerler. Çünkü genellikle hepsinin çıktığı nokta aynıdır ve bu da Batı’yı o Oryantalist yaklaşımları ile haklı çıkarmaktır. O nedenle de koca koca profesörler, emekli diplomatlar, eski generaller, saatlerce Batı emperyalizminin çıkarlarını savunup, Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki tüm coğrafya hakkında ahkam keserek, yaklaşık 6 milyar insanın kaderi konusunda kararlar alırlar ve bunları da emperyalist hükümetlerine uygulanacak rapor olarak sunarlar. Ve bu raporları da hiç utanmadan “akademik kitaplar” olarak yayınlarlar. Bunun en son örneğine, daha 11 Eylül 2021’de yayınlanan “Jeopolitik’in Dönüşü: Tarihin Doğru Tarafı İçin Bir Küresel Arayış” adlı kitapta rastlıyoruz. Kendi alanlarında uzman 25 Batılı aydın-yazar, kocaman bir masa etrafında toplanıp, jeopolitik adına Rusya ve Çin’in nasıl altedileceğini, ABD ve Avrupa’nın hegemonyasının nasıl devam ettirileceğini ve bunu dünya halklarına nasıl satabileceklerini tartışıyorlar. Daha bunun gibi nice akademik raporlar, kitaplar, dergi makaleleri, radyo konuşmaları, TV röportajları ile bu tür Batılı “aydın-yazarlar”, insanlığa karşı üretilmiş felaket senaryolarını pazarlıyorlar.
Bu tür Batı aydınına karşı, dünya halklarının yapacağı en etkili mücadele, birinci olarak kendi yurtsever ve milli aydınını üretmek olacaktır elbette. Ama emperyalist sistemin ağır saldırısı altında, gerek medya yönlendirmesi gerekse para ile satın alınan sözde “kafası karışık aydın” kalabalığı ile bunun o kadar da kolay bir proje olmadığını, Türkiye’deki kendi öz deneyimlerimizle görmekteyiz, her gün hem de. Rahmetli Attila İlhan’ın elli senedir sürekli gündeme getirdiği Türkiye’deki “aydın” problemini, başka bir yazıda ele alırız.