Aydınların zihinsel konformizmi
Türkiye’nin son günlerde izlediği rotaya baktığımızda BRICS’e üyelik başvurusu, Mısır’la ilişkilerin düzeltilmesi ve Suriye ile temas kapılarının aralanması gibi Batı sisteminin hiç hoşuna gitmeyecek ve Türkiye’nin “başına buyruk” hareket ettiği düşüncesini besleyecek adımlar atıldığını görüyoruz.
Öte yandan ekonominin başında faturayı halka çıkaran, İngiliz sıcak para lobilerinin mutemet adamı Mehmet Şimşek oturtulmuş durumda. İsrail’in güvenliğini sağlamak için Akdeniz’e gönderilmiş Amerikan hücum gemisiyle TCG Anadolu’ya ortak eğitim yaptırılıyor. Bu gemiden İzmir’e çıkan yankee’nin kafasına çuval geçiren Vatan Partili ve TGB’li gençlere hapis cezası veriliyor.
ÇELİŞKİ HAYATIN KENDİSİNDE
Böylesi çelişkili durumlar, diyalektikten nasipsiz “ilerici” Türk aydınının kafasını allak bullak ediyor. Bunların hangisi gerçek Türkiye’dir diye soruyorlar. Fakat sorunun cevabını ararken hayata çelişki değil berraklık, akışkanlık değil sabitlik varsayımı üzerinden bakmaya çalışıyorlar. Kafaları klasik mantık ilkelerinin sınırını aşamamış bu tür aydıncıklar, en son neyi görmüşlerse onu sürecin tamamına teşmil ediyor ve maddenin hareketini açıklayan temel faktör olarak sunuyorlar.
Vatansever gençlerin çuval eylemine gelen hukuksuz tutuklama kararı, kimilerinin zihinsel konformizmi aşamadıklarını bir kez daha gösteriyor. Böyleleri tutuklama kararı üzerine, demek ki dediler, AK Parti’nin milli mevzilerde olduğu tespiti, Vatan Partisi’nin AK Parti’yi “okuma” tarzı yanlışmış. Bakın, işte sizin gençlerinizi tutuklattılar!
Bu zehir hafiyeler, hükümetin FETÖ ile gerçekte mücadele etmediğini veya Rusya’dan S-400 alamayacağını, alsa bile depoya kilitleyeceğini öngörmüşlerdi. Bunların kafalarında doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün iç içeliği diye bir idrak yoktur. Bir şey ya iyidir ya da kötü. Ya doğrudur ya da yanlış. Her şey kendisiyle özdeştir.
Oysa çelişki hayatın kendisindedir. Yukarıdaki tablonun ikisi de Türkiye gerçeğidir. Bütün süreçler bu tür çelişkilerin birbiriyle çatışması ve çatışmanın şu ya da bu yönde çözümü ile ilerler. Önemli olan, sizin bu çelişkilerin ne yönde çözülmesi için çabaladığınızdır.
BİLİM VE SİYASET İLİŞKİSİ
Bilimin amacı nesnel gerçeği ortaya çıkarmaktır. Siyasetin amacı ise topluma yön tayin etmek. Bilim için siyaset bir inceleme nesnesidir. Fakat siyaset için bilim bir kaynaktır. Toplumun önüne konulacak hedeflerin nesnel gerçekle ilişkili olması gerekir. Siyaset bunu bilimden öğrenmelidir. Aksi halde siyasetçi kendi hayallerini topluma dayatmaktan öteye gidemez.
Fakat siyasetçi bilim insanı değildir. O öğrendiklerini tekrarlamaz. Nesnel gerçeğin içinde işine yarayacak olanları, varmak istediği siyasal amaçlar için değerlendirir.
Örneğin Atatürk, 10. Yıl Nutku’nda “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır” demişti. Eğer bilim insanı olsaydı, Türk milleti içinde zeki olanlar ve olmayanlar var. Aynı şekilde bazılarımız çalışkan bazılarımız değil demeliydi.
Bunun yerine ulaşmak istediği siyasal amaca uygun olarak, zeki ve çalışkan olma değerlerini seçip aldı, toplumun önüne model olarak koydu. O amaca ulaşmayı garanti etmek için ise, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin hükümlere dönüştürdü: Türk milleti zekidir, çalışkandır, nokta!
Hangi Türkiye’nin gerçeği temsil ettiği sorusuna ikisi de gerçek demiştim. Şimdi sorabiliriz: Yukarıdaki çelişkili seçeneklerden hangisinin geleceği belirlemesi, çelişkilerin hangi yönde çözülmesi, maddenin hangi yönde hareket etmesinden yanayız? Siyasal irademizi belirleyecek olan budur.
Zihinsel konformizm içindeki aydınların ilericiliği de konformisttir. Diyalektik düşünemedikleri gibi siyasetin doğasından haberdar değiller. Bunlar 10. Yıl Nutku sırasında alanda olsalar, etraflarındaki bazı akılsız ve tembel tipleri gösterip, Atatürk’ün ayaklarının yere basmadığını, gerçeklerden habersiz olduğunu söylerlerdi.