Bağımsızlık: Merkez Bankası için mi Türkiye için mi?
Son günlerde bağımsızlık isteyenler çoğaldı. Ama şaşılacak şey, çoğu kimse bağımsızlığı Merkez Bankası için istiyor. Türkiye’nin bağımsızlığından söz eden çok az.
Politikanın sahibi IMF, Rusya’yı ziyarette olan başkanı Lagarde’ın ağzından, piyasaların sesi televizyon kanalı Bloomberg sunucuları aracılığıyla “siyasetçilerle Merkez Bankası arasında uyumsuzluk” olmaması gerektiğini, merkez bankalarının “bağımsız” olması gerektiğini buyurdu. Buyurma hakkı var; çünkü bu politika öz be öz onun politikası. Türkiye’ye dayatılıp kabul ettirilmesi de 2001’de kendi memurları olan Kemal Derviş eliyle olmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası’nın ülkenin devlet yönetimine ve hesap veren siyaset makamlarına duyarsız olamayacağını söylemişti. Doğru söylemişti. Ne var ki, hepimizin gözleri önünde geri adım attı.
Geri adım, gene Bloomberg - Habertürk yazarı Abdullah Yıldırım’ın yorumuyla şöyle ilan edildi: Cumhurbaşkanı Erdoğan “geçen hafta başında Londra’da Bloomberg TV’ye verdiği röportajla yabancı yatırımların çok önem verdiği Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusundaki sözlerine dünkü konuşmasıyla düzeltme de yaptı: ‘Para politikalarında küresel yönetişim biçimlerine bağlı kalacağız” dedi.
Küresel yönetişim biçimlerine bağlı kalmak....
Özet budur. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, bu kurumun “küresel yönetişim” mekanizmalarına bağımlı olması demek. Böylece siyasal iktidar, bir zamanlar “piyasalar” denen ve şimdi daha cüretkar biçimde “küresel yönetişim” diye adlandırılan “şey”i, Türk Milletinin egemenlik hak ve yetkisinin üzerinde olduğunu kabul ediyorum demeye zorlandı.
CHP’den Faik Öztrak, Lagarde’ın parmak sallamasından ve Erdoğan’ın açık taahhüdünden bir iki gün önce, “Türkiye Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda topluma taahhütte bulunmalıdır” diye yazılı bir açıklama yapmıştı.
Hangi “toplum”a? Türk toplumunun, seçmenlerin böyle bir taahhüt beklentisi mi var? Elbette yok. Herkesin malumu. Bu taahhüt talebi, Bloomberg yazarının söylediği gibi “yabancı yatırımcılar”a ait. Hem de yalnızca kredi - borç veren, senet - sepet alarak para satan para-sermayedarı sözde yatırımcıların talebi. “Toplum” dediği bu. “Toplum”, Öztrak’ın da üzücü desteğiyle, Cumhurbaşkanının ağzından “taahhüdü” koparmış oldu.
Aynı köşeden Selin Sayek Böke, 2001 Kemal Derviş zamanından beri duyduğumuz o tuhaf söz dizimini dillendirip Merkez Bankası uygulama araçlarını kullanmada bağımsız olmalıdır türünde laflarla o “toplum”un sözcüsü olduğunu gösterdi.
Şimdi İYİP’te siyaset yaptığını bildiğimiz, önceden Merkez Bankası’nda başkanlık yapmış Durmuş Yılmaz “ekonomiyle inatlaşmak olmaz, inatlaşırsan böyle olur” diyerek içimizi ezdi. Ekonomi, yani küresel yönetişim mekanizmaları... Onunla inatlaşma, ne gerektiriyorsa onu yap!
Küresel yönetişim kuralları denen “şey”, günün emperyalizminin ta kendisi, başka bir şey değil. Paranın küresel egemenleri, 1989’dan başlayarak, merkez bankalarını ülkesinin siyasal iktidarından ve halkının güncel ve gelecek hedeflerine değil küresel iktidarın gereklerine bağlanmasını sağlamak için yapmadıklarını bırakmamışlardı. Türkiye’ye bunu 2001 yılında kabul ettirdiler. O günden bu yana, kazandıkları bu mevziyi korumak için can hıraş kavgadalar.
Bizim açımızdan 2001 yılında çıkarılan “bankanın bağımsızlığı” kararı, Merkez Bankası’nın 1927 - 1933 yılları arasında kuruluşundan itibaren milli bir banka olarak geliştirilmesi için verilen uzun savaşı yitirmemiz anlamına gelmişti. O tarihte küreselciler zafer sarhoşuydu. Tek dünya hükümeti kurmaya doğru yürüdüklerini söylüyorlardı. Kolay zafer kazanmışlardı.
Ama şimdi 2018’deyiz. Küreselcilik battı. Dolar - avro sarsılan tahtlarının derdindeler. Küresel yönetişim kuralları’nın her yanı sarkmaya başlamışken... Merkez Bankası’nın bağımsızlığı üzerinden teslimiyet tazelemenin ne anlamı var?
Dünyanın çöken kuvvetlerine yaslanmış ‘büyük’ muhalefet ve bunlara teslimiyeti çıkış sayan iktidar... Bizim gerçek sorunumuz, bu durumdan başka bir şey değil.