Bakü'ye gecikmiş bir mektup
Değerli Azad Karadereli Ağabeyim Merhaba,
Yüz yüze tanışamadık henüz. Fakat, öykülerinizin yüreğimde yeşerttiği gönüldaşlık duygusundan olmalı, size 'ağabeyim' diye seslenmek geldi içimden...
Ankara'da yaşayan ortak dostumuz edebiyatçı Ahmet Yıldız, birkaç yıl önce ''mutlaka okumalısın'' notuyla, çevirisine katkı sunduğu öykü kitabınız 'Süt Gölü'nü yollamıştı bana. Enfes öykülerinizi döne döne okumuştum. Azerbaycan toprağının bir usta yazarını daha tanımış olmanın sevinciyle adınızı belleğime o günlerde kazımıştım...
Bilirsiniz; ünlü Muğam'ında ne güzel söylüyor büyük ozan Bahtiyar Vahabzâde:
“Tanımak mı istiyorsun
Görmediğin bir halkı sen?
Kulak ver onun nağmelerine,
Önce nağmelerini öğren... ”
İşte.. Ne kadar uzakta yaşarsak yaşayalım, sizin gibi yüce ruhlu yazarların rehberliğinde Azeri halkının sesine daha candan kulak veriyor, yanık nağmelerine daha bir içtenlikle eşlik ediyoruz.
Büyük dilimizin sağlam taşlarıyla kurduğunuz yıkılmaz edebiyat köprüsü, bizleri ta başı karlı Kafkasların eteklerine kadar götürüp kardeş Azerbaycan halkıyla tanıştırıyor, kucaklaştırıyor, onların kederlerine, sevinçlerine ortak ediyor...
Değerli Azad ağabeyim, Frankfurt'ta yıllardır taksi sürücülüğü yaparak kazanıyorum ekmeğimi. Okumaya, yazmaya olanak verdiği için yüksünmeden, severek yapıyorum işimi. Geçenlerde kitap fuarı vardı burada. Akşamüstü fuar çıkışındaki telaşlı kalabalıktan sıyrılan bir çift, saygıyla selamlayıp bindi taksime. Biraz sonra arabamda bir Azeri Türkçesi çağlamaya başlamaz mı!
Azeri dilinin özgün sözcükleri, büyülü tınıları sıradan bir akşamıma coşkunluk kattı. İlk kırmızı ışıkta ardıma dönüp, “Benim Azeri kardeşlerim hoş gelmişler taksime” dedim. Mutlu mutlu gülümseyerek, “Kitap fuarı için geldik Bakü'den” dediler. Gülümseyişlerinde sanki bir hüzün esintisi gizleniyordu. Azerbaycan'ın yitik evlatlarının, henüz kabuk bağlamamış yaralarının acılarından olmalıydı. Tıpkı öykülerinizi okurkenki gibi, duygu yüklü bir akım bedenimi titretip geçti. Tam o anda, birden 'Eteri' öykünüzü anımsadım. Ne mutlu bize ki, asırlık yataklarından akıp gelen sağsular gibi temiz bir milletin evlatlarıydık. Yaralarımızı öykülerle, şiirlerle, türkülerle sarmasını, sağaltmasını her milletten daha iyi biliyorduk...
Eteri öykünüzden alıp yüreğime işlediğim o bölümünü mektubuma aktarmazsam olmayacak:
“... Kadının, "Babam Türk'tür" demesi, zaten paramparça olan içimde bir başka ilgi uyandırmış, benim kadına iyice yaklaşmama neden olmuştu. Ama şunu da söyleyeyim ki öyle ödün vermeyen, katı bir milliyetçi falan da değilim. Yani biz Türkler genel itibariyle (bırakın ırkçılığı) milliyetçi olamıyoruz. Kanımızda yok galiba bu. Şimdi herkes biliyor ki, biz Ermenilerle düşmanız, savaşıyoruz. Vallahi, herhangi bir Ermeni şimdi gelip bu İngiloyların evine girecek olursa ve gözyaşı dökerek "Açım!" derse, yemin ederim ben de onunla beraber ağlayacağım, bir güzel karnını doyurduktan, hatta cebine de para koyduktan sonra yolcu edeceğim o Ermeni'yi...”
Edebiyat tanrısı bir kez efsunlamıştı artık taksimi. Aniden, “Yazar Azad Karadereli'yi tanıyor musunuz?” diye sordum Azeri konuklarıma. Şaşkın bakışlarla bozdular sessizliklerini. Soruma soruyla yanıt verdiler: “Biz tanırız da, asıl siz nerden tanıyorsunuz Azad Karadereli Bey'i?”
Güldüm yanıtlarken. “Karabağ'ın, Karadere'nin kır çiçekleri kokan öykülerinden!” dedim.
Okuduğum antolojilerden, kitaplardan adları aklımda kalan Azeri şairleri, yazarları ardı ardına sıraladım. İşi ta Gencevi'ye, Fuzuli'ye kadar götürmedim tabii... Samed Vurgun'un, Resul Rıza'nın, Bahtiyar Vahabzâde'nin, Ekber Babayev'in adlarını anmam konuklarımı şaşırtmaya yetti...
Beni şaşkınlıkla dinleyen, anlattıklarımı ara ara telefonuna kaydeden Şahbaz Huduoğlu Bey ve yaşam yoldaşı, meğerse Azerbaycan'ın tanınmış basımevi olan Qanun Neşriyyat'ı yönetiyorlarmış. Kitaplarla dolu sırt çantalarından anlamalıydım...
Şaşırtma sırası artık Şahbaz Bey'e geçmişti: “Azad Karadereli Bey, bizim Qanun Yayınevinin çok kıymetli yazarıdır; Bakü'de yaşar, bu ilginç tanışma anını birazdan ona ileteceğiz!” demez mi! Dünya ne küçük... Öyküleriyle gönlümde yer etmiş Azad Karadereli ağabeyime, onun kitaplarını yayınlayan Qanun Neşriyyat'ın sahibiyle selamlarımı, sevgilerimi yolluyordum Frankfurt'tan!
Otellerinin önünde ayaküstü devam ettik sohbetimize. Sırtımızı taksime verip omuz omuza fotoğraflar çektirdik vedalaşırken...
Azad ağabeyim, işte gördüğünüz gibi, öyküleriniz edebiyat ufkumu ta Hazar kıyılarına kadar genişletmekle kalmadı, bana çok değerli dostlar, dostluklar da kazandırdı.
Azerbaycan edebiyatının Türkiye'de hâlâ hak ettiği yerde olmayışına çok üzülüyorum. Batı'nın kendimciliğini, bireyciliğini öğütleyen, insandan, insancıllıktan ıramış saçma sapan yapıtların, berbat çevirilerle piyasaya sürülen 'kişisel gelişim' kitaplarının kokmuş çöplüğüne dönüştürüldü ülkelerimiz...
Dilerim kısa gelecekte, Bazardüzü'nün, Şahdağ'ın, Tufandağ'ın doruklarından esip gelen kardeş bir dilin, insan sevgisiyle, erdemle yoğrulmuş romanlarına, öykülerine, şiirlerine daha genişçe açılır ülkemin kolları. Bütün yayınevleri, tecimsel kaygılarından birazcık uzaklaşıp -Vahabzâde'nin öğütlediği gibi- kardeş Azerbaycan halkının nağmelerini bizlere, bizim nağmelerimizi sizlere taşıyan sanat köprülerini umarım daha da çoğaltırlar...
Bu duygularla, Bakü'ye, size ve ailenize gönül dolusu selamlarımı yolluyorum.
Kaleminiz susmasın. Ömrünüz uzun olsun değerli Azad ağabeyim...