22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı

Caner Karavit

Caner Karavit

Gazete Yazarı

A+ A-

Uzun süredir görmediğim Kosovalı heykeltıraş arkadaşım İsmet Jonuzi ve ailesiyle ilk defa geldikleri İstanbul’u birlikte geziyoruz. Önce atölyemde ve sonra evimizde devam eden sohbetimizin konusu, İsmet’in sanatına ve Balkanlar’a geliyor. Uzun bir süre heykellerini yapmak için gündelik hayattan hazır nesneler toplamış. İlgimi en çok, Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Sırplarla, Kosovalı Arnavutlar’ın savaşından kalan silahlarla yaptığı heykelleri çekiyor (Resim: 1).

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı - Resim : 1
İsmet Jonuzi, “Barış hakkında konuşalım”, 254 x 431.8 x 254 cm, gerçek silahlardan yapılmış metal heykel.

Heykellerin hikâyesini soruyorum. Silahlar savaş sonrası imha edilmek üzere bir fabrikaya getiriliyor. İsmet fabrikadaki görevliye niyetini açıklıyor. Görevli önce kabul etmiyor, sonra “bunları aldığını ben görmedim” diyerek silahları veriyor. İsmet, silahları alıp atölyesine taşıyor ve bu silahlara yeni bir görev yüklüyor. Yıllar önce Kosova’ya kişisel sergim için gittiğimde İsmet’in Priştina’daki atölyesine uğramış, sohbet etmiştik. Atölyesinin her köşesinde gerçek silahlardan yapılmış heykeller ve üst üste yığılmış silah parçaları bulunuyordu. Bu yığılmış silahlar, bana Troçki’nin “Balkan Savaşları” kitabındaki Sırp ordusunun Üsküp’te ele geçirdiği Osmanlı silahlarını gösteren fotoğrafı anımsatır. (Resim: 2).

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı - Resim : 2
Balkan savaşında Sırp ordusunun ele geçirdiği Osmanlı ordusunun silahları.

Bu aynı zamanda, Osmanlı ordusunun Balkanlar’daki hezimetinin bir göstergesidir ve Türk ve Müslüman halkın büyük göçüyle özdeşleşir. Balkan tarihi, sürekli olarak savaşların, antlaşmaların neden olduğu göçler, mübadeleler ve tehcirlerle doludur. Haliyle, biz de göçlere dair hikayelerimizde ortak yönler bulmaya başlıyoruz.

GÖÇMENİ GÖÇMENLE İMTİHAN ETMEK

Önce İsmet anlatıyor göç hikayelerini. 1953’de Yugoslavya’yla Türkiye arasındaki “Serbest Göç Antlaşması” gereği, dedesi ve ailesi daha önce Türkiye’ye göç etmiş akrabalarının yanına gitmek için Priştina’dan Üsküp’e geliyor. Üsküp’te işlemler uzayınca, İsmet’in dedesi işlemleri tamamlanan kızına “sen Türkiye’ye git, işimiz hallolunca geliriz” diyor. Sarılıp vedalaştıktan sonra İsmet’in halası Türkiye’nin yolunu tutuyor. Bir müddet sonra dedesinin işlemleri de bitiyor, ancak tam o sırada göç izni kaldırılıyor. Dedesi ve babası, halasıyla ayrı düşüyor, baba kızına verdiği sözü tutamıyor. Halası Bursa’da evlenip çoluk çocuğa karışıyor. Ancak yıllar sonra görüşebiliyorlar. Bir zamanlar, Yugoslavya’dan yapılan bu göçe dair amcamdan da ilginç bir hikaye dinlemiştim. Kendisi de bir göçmen olan amcam, 1950’lerde Yugoslavya’dan gelen göçmenler için Edirne Kapıkule sınırında işe başlıyor. Sırpça ve Bulgarcayı bildiği için onlara tercümanlık yapıyor. Bir gün, tercüme için kendisini bekleyen göçmenlerin odasına girdiğinde, Türk olmadıkları anlaşılan iki yabancıyla karşılaşıyor. Bu iki yabancı Yugoslav göçmenlere sorular soruyor, amcamdan da çevirisini yapmasını istiyorlar. Daha sonra, amcam birisi Amerikalı, diğeri İngiliz olan bu adamlarla samimi oluyor. Sonunda, bunların Türkiye’ye gelen göçmenlerden “komünist olanlarını” tespit etmekle görevli olduklarını öğreniyor. Yani göçmenlere Türkiye’ye giriş iznini yabancılar veriyor. Olayı anlatırken rahatsızlık duyduğunu hissettiğim amcam için bu iş: “göçmeni göçmenle imtihan etmek”ti. Amcam daha sonra bu işi bırakıyor.

KAÇIŞ HİKAYELERİ

Sohbetimizde sıra bizimkilerin göç hikayesine geliyor. Dedemler Balkan savaşı öncesinde Prizren’nin Şar dağlarında yaşıyorlar. Ben küçükken, babaannem bu dağlardaki köylerini öyle anlatırdı ki sanki köy Heidi’nin Alpler’deki köyüydü. Köyün önünden gürül gürül akan dereyi, karlı dağ zirvelerini, nefis ormanları ne çok dinlemişimdir. Ancak, Şar dağlarında bu köyleri ziyaret ettiğimde hayal kırıklığına uğradım. Biraz çorak arazi, yolları bozuk köyler, kurumuş bir dere yatağı, çatısı düz taşlarla döşenmiş viran evler vs (Resim: 3).

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı - Resim : 3
Zlipotok köylüleriyle sohbet, Şar dağı /Prizren

Gerçekten de Şar dağlarının doğa harikası yerleri vardı, ancak köy bana anlatılan köy değildi. Dedemler, Balkan savaşı çıkıp katliamlar (özellikle Sırp Çetnikler tarafından) başlayınca, çareyi topluca köyden göç etmekte buluyor. Sırp ordusu 1912 Kasım’ının başlarında bu bölgeye girip köylere ulaşmadan önce, yayan ve eşeklerle apar topar yola düşüyorlar. Yağışta, soğukta dağlardan Üsküp’e doğru zorlu bir kaçış başlıyor. O sıralarda Kievskaya Mils idaresi tarafından bölgedeki savaşı takip için görevlendirilen Lev Troçki “Balkan Savaşları” kitabındaki notlarında bölgedeki yolları ve dağlık yerlerin havasını şöyle anlatmış: “iki gün üst üste yağmur yağmıştı. Çeyrek metre derinliğine kadar toprak ıslaktı. Güzergahımız o haldeydi ki bazen piyadeler bile ilerlemekte zorluk çekiyordu… Hava korkunçtu. Kar, yağmur… Perişperi tepelerinden esen soğuk, dondurucu bir rüzgar. Üstüne üstelik, bir de duman gibi kalın, kalkmayan bir sis.” Kaynaklara göre, bir müddet sonra Sırp ordusu bu kaçış hattını da keser. Sanırım, dedemler zamanında kaçmış olmalı. Hep merak etmişimdir, kaçamasalardı ne olurdu? Bunun cevabını, geçenlerde Bağcılar’da uğradığım bir lokantanın sahibiyle ettiğim sohbetten alıyorum. Dedemlerle aynı köyden olan lokantacı “Sırp birliklerinin köye girer girmez 15 kişiyi anında idam ettiğini” söylemişti. Ama ölüm sadece silahtan gelmemiş. Zorlu göç koşulları da acımasız davranmış, özellikle çocuklara. Göç sırasında eşeğin heybelerine konulan büyük halam ve büyük amcam havasızlıktan boğularak yaşama veda etmiş. Dedem ve babaannem göç sırasında tanışıp, göç yolunda evlenmişler. Sonra kayıp vere vere Bulgaristan sınırına varılmış, ancak Bulgaristan sınırı kapatmış. Ve göç hikayeleri sürüp gitmiş…

SAVAŞI OYUN VE SİLAHLARI OYUNCAK GÖRMEK

Balkan göçlerinden İsmet’in sanatına doğru yelken açıyoruz. “Sanatım, hayatım gibi savaşın izlerini taşıyor.” diyor İsmet ve devam ediyor “Bunlar insanların savaştığı gerçek silahlardır. Can almak ve yok etmek için yapılmış makineli tüfekler, kalaşnikoflar ve bıçaklar. Uzun bir süre hiçbir şey yapmadan onları atölyemde tuttum. Kendi kendime düşünürdüm, bu silahlarla ülkemdeki savaşın gerçekliğini anlatabilirim. İşte o zaman heykellerimi yapmaya başladım. Balkanların bu bölgesindeki dramı ifade etmeye çalıştım. Bu açıdan bakılınca, silahlar benim için ifadesi güçlü malzemedir. İzleyici için heykel gibi görünseler de benim için onlar hala silahtır.” (Resim: 4)

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı - Resim : 4
İsmet Jonuzi, “Uç bebek uç”, 355.6 x 317.5 x 254 cm., gerçek silahlardan yapılmışmetal heykel.

Savaşlardan arta kalan silahlar, başka sanatçılar için de savaşın doğrudan ifadesi olmuş. Örneğin: heykeltıraş Gonçalo Mabunda Mozambik’teki 16 yıllık iç savaşta, sanatçı Sasha Constable ise Kamboçya’daki 30 yıl süren savaşta kullanılan silahları heykele dönüştürmüş. Silahlarla çalışan sanatçılardan bir başka ilginç örnek de Michael Murphy’in enstalasyonudur. Silahlardan oluşmuş bir ABD haritasından oluşan bu çalışma, ABD’nin acımasız kapitalizminin görsel bir yorumudur. Diğer sanatçıların gerçek silah kullanmasına karşılık, Murphy çalışmasında oyuncak silah kullanmış. Sanki Murphy, ironik olarak ABD kapitalizminin savaşı oyun ve silahları oyuncak olarak gördüğünü vurgulamaktadır (Resim: 5).

Balkanlardan bölük pörçük göç hikayeleri ve silahların sanatı - Resim : 5
Michael Murphy,“Silah ülkesi”, anamorfik heykel, oyuncak silahlar.

BÖLÜK PÖRÇÜK BİR DÜNYAYA YOLCULUK

Geçmişteki savaştan ve göçlerden bahsederken, 21. yüzyılda da bu trajedi tüm hızıyla devam ediyor. Kuzey Afrika’dan kaçan göçmenler Akdeniz’de boğuluyor, Orta Doğu’daki savaştan kaçan göçmenler Avrupa sınırlarında sıkışıp ölüme terk ediliyor, Dünya’nın gözü önünde İsrail’in katliamından kaçan Filistinliler tarihin en hızlı tehcirini yaşıyor ve bu örnekler uzayıp gidiyor. Bütün savaşlar ve göçler bir gün biter de, silahlar toplanıp yine sanat nesnesine dönüşür mü? Bilemiyorum. John Berger: “göç etmek her zaman dünyanın merkezini değiştirip, düzenden yoksun, yitik, bölük, pörçük parçacıklardan oluşan bir dünyaya doğru yola çıkmaktır” der. Bu yüzden, göç hikayeleri de bölük pörçük parçacıklardan oluşur ve zamanla bu parçacıkların arasındaki uzaklıklar derinleşir. Derinleştikçe göç için çıkılan yolun hikayeleri giderek silikleşir. Ve bölük pörçük parçalanmayla daha da belirsizleşen “esasa dönüş”, geçmişiyle arasını derinleştiren bu yolda uzaklaşmaya devam eder.