Bardağın köpüren kısmı
Atatürk’ün Hüseyin Namık Orkun’a verdiği bira bardağı örneğini ben çok severim.
Hani bardağın boş ya da dolu tarafına bakmak diyoruz ya, bu benzetme ondan biraz farklı. Atatürk, devrimlerin zaman zaman köpürebileceğini hoş bir benzetmeyle anlatır.
Birayı bardağa doldurduğunuzda üstte küçük bir bölüm köpürüp taşar. Devrimlerin de böyle köpürdüğü yerler, zamanlar olur. Biz asıl altta kalan kısmı içeceğiz, bize gerekli olan orası.
Çok doğru, güzel bir benzetme.
Dilde özleşmeyi eleştirenler bardağın hep köpüren kısmına baktılar demiştim bir yazımda, oraya bile doğru bakmadılar. Yanlış, yanıltıcı örnekler verdiler. Özleşmeye karşı olan bazı yazarların verdikleri örnekler bardağın o köpürüp taşan kısmında bile yoktu. TDK’nin benimseyip sahip çıkmadığı, sözlüklerine almadığı, özleşme karşıtlarının, yani kendilerinin uydurduğu sözcükleri bile hiç çekinmeden kurumun türettiğini söylediler.
Örnekleri Necmettin Hacıeminoğlu’nun kitabından vereceğim. Şu yazdıkları bir özensizlikten de öte bilerek yapılmış bir kurnazlık, bir iftira gibi bence:
“…elçi yerine işgüder; savunma yerine savunu; sıra yerine keşik; değiştirme yerine değiştiri; dalgınlık yerine aymazlık; dokunmak yerine değinmek; kışkırtma yerine kışkırtı, öldürme yerine öldürü; üzüntü yerine karaduygu, besleme yerine beslem; döşeme yerine döşem; sarışın yerine gökmen; düşkünlük yerine düşkü, eli açık yerine esirgemez; isterseniz yerine dilerseniz kelimelerini teklif ediyor ve bunları ısrarla yerleştirmeye çalışıyorlar.
Niçin? Yaşayan dili sarsmak, normal çığırından çıkarmak ve devamlı bir anarşi ile Türkçeyi yıkmak için. (Türkçenin Karanlık Günleri, s. 138)
Şunun yerine şu, şunun yerine şu diye verilen örneklerin hiçbirini TDK türetmedi, bundan eminim. Bunların çoğunu herhangi bir yazarın yaptığını da sanmıyorum. Yahu hangi akılsız besleme, istemek, düşkünlük, döşeme, kışkırtma gibi Türkçe sözcüklere karşılıklar arar? Kurum’un bütün sözlüklerine, kılavuzlarına, hatta dergilerine, yayınlarına bakın, bu örnekleri doğrulayacak tek bir yapıt, yazı bulamazsınız.
Hacıeminoğlu’nun verdiği örnekler bir iki tane olsaydı özensizlik, dikkatsizlik diyecektim, ama örnekler çok. Bu yazılanlar düpedüz karalama, kara çalma. Hacıeminoğlu’nu okuyunca anladım ki, kara çalmalar, yakıştırmalar, abartmalar gök konuksal avrat, ulusal düttürü gibi saçmalıklarla sınırlı değil.
Yukarıdaki satırlara bakarsanız TDK işini gücünü bırakmış, öz Türkçe sözcüklere gene öz Türkçe karşılıklar aramış.
O yıllarda TDK yöneticilerinin nelerle, kimlerle uğraştıklarına iyi bir örnektir yukarıdaki satırlar.
Evet, “tanlak”, “tilcik” gibi Kurum’un değil, kimi yazarların önerdiği tutmayan sözcükler oldu, bunlar tıpkı bardağın üstündeki köpükler gibi eriyip yok oldular, TDK sözlüklerine girmediler. O tutmayan sözcükler altta kalan kısma, asıl gövdeye zarar vermedi.
Necmettin Hacıeminoğlu ve onun gibi düşünenler Türkçedeki ek zenginliğinden de sanki rahatsızdılar. Pek çok ekin Türkçe olmadığını kanıtlamak için uğraştılar. Oysa tek bir ek bile ne kadar değerlidir; her biri ata tohumu gibidir, bire yüz verirler.
Bir ekin kaybı, ileride yaratacağı yüzlerce sözcüğün kaybıdır. Bir ara –sal/-sel ekine ne çok taktılar. “Kumsal”, “uysal” gibi örnekleri görmezden gelerek Türkçede böyle bir ek yok dediler. Olmamasından sanki mutlu olacaklardı. Nesnel, öznel, genel, dinsel, kimyasal gibi, sevilmiş, beğenilmiş, yaygınlaşmış sözcüklere bile karşı çıktılar.
O yıllarda TDK ağzıyla kuş tutsa Necmettin Hacıeminoğlu gibi bilim adamlarının beğenmeyecekleri, bazı çevrelerin beğenmeyecekleri kesindi.
Çünkü zaman öyle bir zamandı.
Kitap önerisi:
1) Ahmet Özer, Gölgeden Güneşe, Suus Kitap 2023.
2) İbrahim Nasrallah, Beyaz Atlar Zamanı, Bilgi Yayınevi 2024.