Barış İçinde Bir Arada Yaşama’nın beş ilkesi - (TAMAMI)
Barış İçinde Bir Arada Yaşama’nın beş ilkesi
Semih Koray
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın çok kutupluluğunu sadece ABD – Sovyetler Birliği rekabetine dayandırmak son derece yanıltıcı olur. Savaştan 1970'lerin sonlarına kadar geçen döneme damgasını vuran, Mao Zedung'un ifadesiyle “devletlerin bağımsızlık, milletlerin kurtuluş, halkların devrim isteği” olmuştur. Bu dönemde insanlığın ilerlemesi açısından en büyük deneyim birikiminin gerçekleştiği yer de, Üçüncü Dünya'dır.
Barış İçinde Bir Arada Yaşama'nın beş ilkesi, bu coğrafyada oluşturulmuştur. İlk kez 1953 yılının sonlarında dönemin Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Cu Enlay tarafından ortaya konan bu ilkeler, karşılıklı olarak egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı, karşılıklı saldırmazlık, birbirinin iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarardır.
Aslında bu ilkeler, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde Cumhuriyet Devrimi’nin gereksinimleri doğrultusunda Atatürk’ün formüle ettiği “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışının, benzer bir deneyimden geçen mazlum milletler tarafından yeniden keşfedilmesinden başka bir şey değildir. Uluslararası ilişkileri, farklı rejimlere sahip ülkelerin bir arada yaşadığı bir dünyada barışı korumak hedefiyle düzenleyen bu beş ilke, ortaya atıldığı andan itibaren hızla yaygınlaşmış ve 1955 yılında Bandung Konferansı'yla başlayan Bağlantısızlar Hareketi tarafından ülkeler arası ilişkilerin temeli olarak kabul edilmiştir.
“Küreselleşme” öncesi dönemde, insanlığın gelişmesinin itici gücünü, Üçüncü Dünya’yı yok sayarak, ABD-SB çatışmasına bağlayanlar, bugün ABD’nin ister yandaşı, ister karşıtı olsunlar, zorunlu olarak dünya üstündeki her gelişmenin ABD tarafından yönetildiği sonucuna varıyorlar.
O zaman, NATO’nun yeni strateji kavramında da ifadesini açıkça bulduğu gibi,” bir ülkenin egemenlik ve toprak bütünlüğüne dayalı bağımsızlığı kavramının artık modasının geçmiş olduğu; emperyalizmin istediği her ülkeyi serseri devlet ilan edip oraya saldırabileceği; ülkelerin bırakalım siyasi rejimlerini toplumsal yaşam tarzlarının bile artık kendi iç işleri sayılamayacağı, güçsüzün güçlüye tabi olacağı ve dünyanın emperyalizmin yararına yeniden düzenleneceği”ne ilişkin
kurallar, “uluslararası hukukun normal işleyişi” olarak algılanmaya başlanıyor.
Bırakalım yasama organını, Türkiye’nin hiçbir yürütme organında konu henüz ele bile alınmamışken, Ahmet Davutoğlu’nun Libya’da Kaddafi’yi yasa dışı ilan edip, Türkiye adına Bingazi’yi Libya yönetimi olarak tanıdığını açıklamasının kaynağı herhalde bu Atlantik hukukundan başka bir şey değildir. Aynı durum, kuşkusuz ülkemizin Suriye üstüne sürülebilmesi için harcanan olağan dışı çabalar açısından da söz konusudur.
Gelişen Dünya ülkelerinin Barış İçinde Bir Arada Yaşama’nın beş ilkesine yeniden sahip çıkarak, uluslararası hukuku bu ilkeler temeline oturtmaları, “Yurtta Barış, Dünyada Barış”ın altın anahtarıdır. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde Atalantik hukukunun güdümünden kurtarılması da, “ülkenin makus talihini yendiği” bir dönüm noktasını oluşturacaktır.