11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Barışçı ve insancıl Atatürk-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Bugün 10 Kasım...

Atatürk’ün ölümünün 73. yılını anarken “içinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti” düşünmeden edemiyoruz. O’nun kurduğu Cumhuriyet orasından burasından tartaklanıyor. İlkeleri, devrimleri Türk ulusuna unutturulmak isteniyor. Daha hazini, 87 yıldır hiç dokunulmayan ve dokunulması bile teklif edilemeyen Anayasamız’daki ilk 3 madde, ya arkasından dolanılarak ya da “cebren ve hile ile” yok edilmek isteniyor. Bırakınız Atatürk’e karşı olmayı, peşin bir yargıyla O’nu diktatör, hatta bir üst yapı devrimcisi ilan edenler, O’nun yönetimini despot bir yönetim olarak müstebit Abdülhamit’le karşılaştırmak isteyenler TV ekranlarında boy gösteriyor. Kurduğu rejimin başından itibaren ulusal iradeye büyük önem veren bu barışçıl insanı, bu sevgi dolu insancıl yapıyı halkın gözünde küçümsetmek için ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar... Ne hazindir ki bu nankörler arasında kendi partisinin bazı sapkın üyeleri de var.

Böyle bir devlet adamına dünya rastladı mı acaba?

Ben Atatürk’ün yüzünü görmedim ama ilkelerinin yılmaz bir savunucusu olarak daha lise çağındayken O’nun Ankara’da Etnografya Müzesi’nden alınıp Anıtkabir’e taşınışı sırasında o kutsal tabutun arkasından yürümüş olmanın gururunu hâlâ yaşıyorum.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1931 seçimlerine gidilirken yayımladığı bildiride iç ve dış siyasette güdülen ilkeleri şöyle vurgulamıştı: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin kararlı genel siyasetini şu kısa cümle açıkça anlatmaya yeter sanırım: Yurtta barış cihanda barış için çalışıyoruz.” (ATTB, S. 551)

Bu sözler, ulusal bir savaştan sonra bağımsızlığını ilan eden çağdaş bir devletin iç ve dış siyasetinin temeli olan ilkeyi yansıtır: Yurtta ve yurt dışında barış. Barışa bu kadar değer veren ve onu devletinin temel ilkesi yapan böyle bir devlet adamına dünya acaba rastladı mı?

Yaşamının 1923’ten 1938’e kadar geçen yılları içerisinde askerliği değil devlet adamlığını seçen bu büyük önder, acaba neden şu etrafımızda savaş tamtamlarının çaldığı sırada horlanıyor, anlamak olası değil.

Gazi, sadece insanlara değil Tanrı’nın yarattığı her varlığa karşı hep sevecen, hep barışçıl, insancıl gözlerle bakmıştır. İran Şahı Rıza Pehrevi ile birlikte Çanakkale Boğazı’ndaki bir alay karargâhının temel atma töreninde kurban kesilmekte olduğunu görünce, “Durunuz” diye bağırmış ve başını sağa çevirdikten sonra “Şimdi yapacağınızı yapın” demişti. Şah bu davranışına hayret ettiğini bildirince de “Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur” demişti. Şah nasıl olup da birçok kanlı savaşta bulunduğunu hatırlatınca da “O bambaşka bir iştir” yanıtını vermişti. (AH. 1, S: 29)

‘Savaş bir cinayettir’

Fransız gazeteci Berthe Gaulis, Sakarya Zaferi’nden sonra “Illustration”da çıkan yazısında (10 Mayıs 1922) Mustafa Kemal’i şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal, düşman üzerine atılan ve hayatını kaybeden her er ile bir kere ölen bir komutandır. Emrindeki asker, komutanının bu duygulanışını bildiği içindir ki Gazi Paşa kendisine ‘Öl’ deyince vatanının ölmeyeceğini fark eder. Kendisine bu fikrimi açıklarken, bir asker-imparator ilişkisinin yaşanmış hikayesini anlattım. Söylediklerim bittiği zaman baktım, Mustafa Kemal Paşa’nın gözlerinden iki damla yaş süzülüyordu.”

Manevi kızı Sabiha Gökçen aktarıyor: “Sevdiği atlardan biri hastalanınca Atatürk veterinerle birlikte bütün bir geceyi hayvanın başında geçirmişti. Ama hayvandan umut kesilmiş ve yakınlarından biri tabancasını getirerek daha fazla acı çekmemesi için O’na hayvanı öldürmesini önermişti. Ahıra gidildiğinde önce eğilip mendiliyle hayvanın ağzındaki köpükleri temizleyen Atatürk, tabancasını doğrultmuş ama tetiği çekememiş; gözleri yaşararak ‘Alın götürün, acı çekmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yapın, uyutun öyle vurun’ diye silahını bırakmıştı.” (ATİZ, S: 63 vd.)

Atatürk, 16 Mart 1923’te Adana çiftçileri ile yaptığı konuşmada, zorunlu olmadıkça savaşmanın ve vatan evlatlarını ölüme sürüklemenin bir cinayet olduğunu şöyle dile getirmişti: “Herhalde şu ya da bu nedenler için ulusu savaşa sürüklemek yanlısı değilim. Savaş zorunlu ve yaşamsal olmalı. Ulusu savaşa götürünce vicdanımda ezinç duymamalıyım, öldürenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz ama ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir.” (ASD II, S: 124)

Böyle bir öndere nasıl oluyor da diktatör diyebiliyorsunuz?

Hiç utanmanız da mı yok?