Başaracağız
Bir anı ile başlayalım. 1977 veya 1978 yılı olsa gerek. Otomobille Aydın'ın Kuşadası ilçesinde bulunan Dilek Yarımadası Milli Parkı'na gitmiştik. Denize kadar uzanan ormanlık alan ve ağaçların gölgesinde günübirlik gidilen bir dinlenme yeri. Tertemiz deniz, kumsal ve piknik masaları vardı. Arkadaşlarımızla birlikte eğleniyor, denize giriyoruz. Yemeklerimizi yedik. Neşemiz yerinde.
Yolun piknik alanına kavuştuğu yerde baraka şeklinde iğreti yapılmış bir lokanta var. Gölgelik yerlere yerleştirilmiş 8-10 masada yemek yiyen insanlar vardı. Derken orada bir hareketlenme oldu, bir duman yükseldi. Telaş içinde oradan uzaklaşanlar oldu. Merak edip oraya yönelenler oldu. Mutfakta bir şeylerin alev aldığı, personelin çabasıyla yangının önlendiği anlaşıldı. O yerin işletmecisi olan bayan, sanki hiçbir şey olmamış gibi, gayet sakin bir şekilde kasa başında müşterilerden hesap alıyordu. Sanırım kimse fırsattan yararlanıp para vermeden uzaklaşmadı.
Olan olmuş, bir şeyler yanmıştı. Neler yandı, neden yandı, kimin ihmali ile yandı? İşletmeci o anda bunlarla ilgilenmiyor. Hasarı gidermenin yolu, sunulan yemeklerin bedelinin tahsil edilmesi ve gelir akışını sürdürmekten geçiyor. İşletmecinin ah vah edip dövünmek yerine, para kaybını önleme çabasına hayran kalmıştım.
Şimdi konumuza gelelim. Televizyon programlarında, gazetelerde, çeşitli toplantılarda en çok dile getirilen konu pahalılık. Akaryakıt, doğalgaz ve elektrik pahalı. Tohum, gübre, ilaç yem, mazot gibi tarımsal girdiler pahalı. Maliyetler yüksek. Ürün fiyatları düşük. Zarar ediyoruz. Tarlalarımız boş kalıyor. Damızlık hayvanlar kesime gidiyor şeklinde yakınmalar.
Herkes aynı zamanda bir tüketicidir. Onlar da pahalılıktan yakınıyor.
Yakınmakla, ağlaşmakla sorunlar çözülecek mi? Elbette hayır. Döviz kurları yükseldi. Enerji başta olmak üzere dışa bağımlı olduğumuz girdilerin fiyatı arttı. Kısa sürede kurların düşme ve bu girdilerin ucuzlama olasılığı var mı? Bunun yanıtı da hayır.
Devlet desteklesin deniliyor. Tarımda desteklemenin başlıca iki yöntemi var. Bazı ürünlere yapılan fiyat desteklemesi, diğeri seçilmiş bazı girdiler için karşılıksız olarak yapılan ödemeler, yani sübvansiyonlar.
2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'nda öngörülen tarımsal desteklerin milli gelirin yüzde 1'inden az olamayacağı hükmü hiçbir zaman yerine getirilmemiştir. Destekler yasada belirtilenin ancak yarısı kadar olmuştur.
Bu desteklemeler adil değildir. 1000 dekar arazisi olana verilen destek 10 dekar arazisi olandan 100 kat fazladır.
Doğu Anadolu ve İç Anadolu başta olmak üzere pek çok yörede küçük aile işletmeleri ürettikleri ürününün çoğunu kendileri tüketmektedir. Satışa sunulan ürün olmadıkça ürün fiyatının desteklenmesi onlara bir fayda sağlamaz. Ticaret gübresi, tarım ilacı, mazot, tarımsal kredi gibi girdilere yapılan destekler de ancak bunları kullananlara ve özellikle fazla miktarda kullananlara yarar.
“Ağlamayan çocuğa meme verilmez” sözü geçerlidir. Sesini duyuran payını, hem de aslan payını alıyor, sessiz çoğunluk yaya kalıyor.
Devletin kısıtlı bütçe imkânlarının akılcı kullanıldığı söylenemez. Hemen herkes destek bekliyor. Zaten milyarlarca lira açık veren bir bütçeden derde deva olacak bir katkı beklemek boşunadır.
Bir şarkı vardı:
“Faydası yoktur gözlerdeki yaşın
Gitmeden önce iyi düşün taşın” diyen.
Gitmeye niyetimiz yok, gidecek daha iyi bir yer de yok.
Bu kriz bir fırsattır. Dışarıdan ucuza mal getirme imkânı kalmadı. Aç ölecek halimiz yok ya! İyi düşünüp taşınıp, çözümü bulacağız. Kendimiz üreteceğiz. Toprak, güneş, su var, iklim pek çok şeyi yetiştirmeye elverişli. Genç nüfusumuz, çalışkan ve sabırlı halkımız var. Teknik elemanlar, bilgi ve deneyim var. Yol, baraj, depo, fabrikalar ve makinelerimiz var.
Çalışırız, kazanırız, başarırız. Halkımızı da komşu ülkeleri de besleriz. Umutsuzluğa yer yok. Nasıl olacağını bir dizi yazıda sırasıyla ele alacağız.