23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Başarısız bir 'Martin Eden' uyarlaması

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Başarısız bir 'Martin Eden' uyarlaması - Resim: 1

Jack London’ın “Vahşetin Çağrısı”, “Beyaz Diş”, “Deniz Kurdu”, “Demir Ökçe” gibi uluslararası çapta ses getiren eserlerinin ardından 1909’da yayımladığı “Martin Eden”, çok iyi bir roman, gerçek bir başyapıttır. 20 yaşındayken sosyalist fikirleri savunmaya başlayıp “Nasıl Sosyalist Oldum?” başlıklı bir makale kaleme alan, çoğu mektubunu “Devrim için!” diyerek imzalayan, Amerikan Sosyalist Partisi üyesi London, “bireysel irade timsali” bir karakter olan Martin Eden aracılığıyla, hem kendi yaşamından izler sunar hem de Sosyal Darwinist görüşlerle, düşünür Herbert Spencer’ın bireyci felsefesiyle tartışma yürütür.

Güçlü kuvvetli genç denizci Martin Eden günün birinde dayak yiyen bir delikanlıyı kurtarır. Zengin bir ailenin oğlu olan bu genç aracılığıyla üst sınıfın dünyasına adım atan Martin, evin üniversitede okuyan genç kızı Ruth’a âşık olur ve birden kendi yetersizliklerini fark eder: “Kadınlar üstüne pek kafasını yormadığından şimdiye dek düşünmediği ama uzak da olsa bir gün tanışmayı umduğu kadınla tanışmıştı.”

YAŞAMDA İRADENİN ROLÜ

Doğru dürüst eğitimi bulunmayan, yazar olmak istemekle birlikte dilbilgisinden anlamayan kahramanımız, açıklarını kapatmak ve kendini geliştirmek için olağanüstü bir çaba içine girer. Herkesten daha az uyuyarak kazandığı zamanda okur, yazar, değişik işlerde çalışır. Dergi editörlerince her seferinde reddedilmesine rağmen ısrarla öyküler yazar ve nihayet şöhretli bir yazar olur. Ancak, aşkta da yazarlık serüveninde de aradığını bulamaz.

London’ın, “Merak, Martin Eden’ın bütün günlerini doldurmuştu. Bilmek istiyordu. Bu onu dünya çapında bir yolculuğa çıkartan bir tutkuydu. Ama şimdi Spencer’den o zamana dek hiç işitmediği şeyleri öğreniyordu. Sonsuza dek gemilerde dolaşıp dursaydı bile öğrenemezdi bütün bunları” satırları romanın özeti gibidir. Kahramanının kadınlarla ilişkisi, aşk konusunda bocalaması ve sosyalistlerle tartışması üzerinden adeta bir manifesto-roman ortaya koyar London ve bu sarsıcı serüveni, çok iyi betimlenmiş trajik bir finalle noktalar.

Başarısız bir 'Martin Eden' uyarlaması - Resim: 2

MEKÂN-ZAMAN DEĞİŞİKLİĞİ

İlk kez 1914’te 50 dakikalık bir filmle beyazperdeye aktarılan, 1976’da Sovyetler Birliği’nde televizyon filmi, 1979’da İtalya’da beş bölümlük televizyon dizisi yapılan “Martin Eden”, bir kez daha İtalyan dokunuşlarıyla, Pietro Marcello’nun 129 dakikalık filmiyle karşımıza geliyor. Ancak filmin özellikle de romanın tadını almış gücünü hissetmiş sinemaseverlerde için büyük hayal kırıklığı yaratacağını da peşinen söylemeliyim.

Öncelikle olay örgüsünün ABD’den İtalya dekoruna taşınması, mekân duygusu başta olmak üzere çok şeyin kaybolup gitmesine yol açmış. Zaman 20. yüzyıl başları değil, daha çok 1960-70’lerin dünyası gibi. Büyük zaman farkı nedeniyle dönem Amerika’sının doklarından, depolarından, çamaşırhanelerinden, kütüphanelerinden, sokaklarından okura geçen duygu, seyirci için söz konusu olamıyor doğallıkla. Bunun gibi, Martin’in gerek bedensel işleri gerekse düşünsel çalışma sürecinin evreleri de çok kısaca geçiştirilmiş. Sosyalist işçilerle neden anlaşamadığı, onlara neden “sosyal köleler” dediği, üstadı Russ Brissenden’le entelektüel ilişkisi vb. konular da romanı okumamış olanlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Martin’in kendini geliştirdikçe, yazar olarak kabul gördükçe, aşkına karşılık buldukça, içine girdiği dünyada yükseldikçe neden tükendiği ve giderek mutsuz olduğu da seyircinin tahmin ve çıkarsama düzeyine bırakılmış. Temel karakterin kendisini bulma ve ardından kaybetmeye başlama sürecini anlatmakta çok yetersiz kalmış Pietro Marcello. Öyle ki Jack London’ın romanının aslında Martin Eden ve benzerlerin bir eleştiri olduğunu anlamak bile mümkün değil.

Kısacası, bu denli güçlü, sarsıcı, derinlikli bir romandan yapılabilecek en zayıf uyarlamalarından birine imza atmış İtalyan yönetmen. “Martin Eden” çizgi romana da aktarılmıştı; acaba diyorum Pietro Marcello, o güzelim romanı okumaya zahmet etmeyip yalnızca çizgi romana göz gezdirmekle mi yetindi?