Başkan Erkan, kontrollü kaynak girişinden yana
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan'ın Meclis'te yaptığı sunumda dile getirdiği "Yatırımlar masamda bekliyor" sözü oldukça tartışıldı. Hatta bu söz üzerine hem New York hem Londra'da yapılan yatırımcı görüşmelerinde beklenen sonucun alınamadığına dair iddialar da gündeme geldi. Fakat durum pek de iddia edildiği gibi değil. Bir defa Başkan Erkan, "Şunu söyleyebilirim ki halihazırda yurt dışından bize doğrudan gelen milyar dolarlık yatırım teklifleri var. Bana gelenler genelde Amerika’dan oluyor. Milyarlarca dolarlık teklif mektupları benim masamda. Biz kendi istediğimiz oranlarda, kendi istediğimiz koşullarla kabul etmek istediğimiz için, beni sürekli arıyorlar, geri dönüş için." ifadeleri ile karar vericinin fonlar değil Türkiye olduğunu belirtmiş. Tabi Erkan'ın söylemi bazı mecralarda "doğrudan yatırım" gibi yansıtıldığı için de eleştiri konusu oldu.
Bunun yanında yatırımcı toplantılarında beklenenin bulunmaması gibi bir durum söz konusu değil. Ekonomist Tuğba Özay, X hesabından JP Morgan'ın hafta içi yayımladığı rapora dikkat çekerek şu notları düştü:
"1)Türk Lirası’nın yeterince ucuz ve rekabetçi olduğu,
2) Daha fazla devalüasyona gerek olmadığı,
3) Yetkililerin rekabetçilik kaygısından ziyade enflasyonla mücadele sürecine destek olmak için daha fazla rezerv kaybetmeden TL’nin istikrarına öncelik vereceği düşünceleri paylaşıldı.
Önemli noktalar;
1) TL’deki daha fazla zayıflama enflasyon görünümü açısından negatif,
2) Ucuz değerlemeler göz önüne alındığında rekabet edilebilirlikte endişe verici bir durum yok,
3) Döviz rezervleri yeniden artırılırken TL’deki istikrar korunabilir,
4) TL cinsi tahvillerde daha fazla düzeltme yaşanabilir."
IMF ÖNERİYORDU
Söz konusu rapor ve Başkan Erkan'ın sözleri dikkate alındığında, yatırımcıların kendi talepleri olduğu kadar ekonomi yönetiminin de kendince bir politikası var ve bu politika doğrultusunda dış finansman çekmek istiyor. Bu noktada Başkan Erkan'ın yatırımları bekletiyor olmasının daha doğrusu yoğun bir dış fon girişini tercih etmemesinin nedenini anlamak için Ali Babacan dönemine bakmak lazım. O dönem ülkeye yönelik ciddi bir dış kaynak girişi olmuş; 1 dolar 1 TL olacak söylemleri yükselmişti. Dış finansman kaldıracı ile büyüyen Türkiye ekonomisi aldığı dolarları altyapı yatırımları kadar gayrimenkule harcamış bunun neticesinde ülke bilindik dış finansman krizlerini sonraki yıllarda yaşamıştı. Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarının yarattığı etki ülke ekonomilerinin kaderini belirleyebiliyor. Her ne kadar finans kesimi tarafında "ne olursa olsun para gelsin" anlayışı hakim olsa da özellikle daha önce de köşemizde iktisatçı Prof. Dr. Sumru Altuğ'a atıfla dile getirdiğimiz 97-98 Asya krizi buna iyi bir örnek. Çünkü sıcak para hem gelirken ülkedeki dengeleri bozuyor hem de çıkarken dengeleri bozuyor. Reel sektörü sağlam, ihracatı güçlü, dış dengesi dahi nispeten tutarlı olan ülkelerden ciddi para çıkışları yaşandığında ekonomiler ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya gelebiliyor. 2008 krizinden sonra bunu gören Uluslararası Para Fonu (IMF) 2011'te yayınladığı çalışmasında (14 Kasım 2011 / THE LIBERALIZATION AND MANAGEMENT OF CAPITAL FLOWS: AN INSTITUTIONAL VIEW) ülkelere hem paranın girişinde hem de çıkışında sermaye kontrolleri uygulamalarını öneriyordu.
SPEKÜLASYONA KARŞI
Küresel finansal sistemin en başat kurumlarından biri olan IMF'nin bile sıcak para akımlarının ani hareketlerinin sürdürülebilir büyümeye zarar verdiğini görerek, sermaye kontrolleri önermesi sonrası birçok ülke tarafından sonraki yıllarda bu uygulamaya konulsa da Türkiye maalesef Berat Albayrak dönemine kadar adeta kulak arkası etti. Daha önce de dikkat çektiğimiz üzere 2009-2018 döneminde Türkiye'nin ilave dış borcu 177 milyar dolar artarken Berat Albayrak döneminde 18.5 milyar dolarlık net bir dış borç ödemesi yapıldı. Londra ile SWAP kanalını dağıtan Albayrak'ın esasen yapmak istediği; bu sıcak para akımlarının ülke piyasalarını istedikleri gibi kolayca speküle etmelerinin önüne geçmekti. İşte tam bu noktada Hafize Gaye Erkan'ın Meclis'te kura müdahale sorusu üzerine dile getirdiği şu sözler de yatırım bekletme ile aynı zeminde:
"Kurda özellikle de şu an FX (döviz) piyasasında bazı limitler olduğundan dolayı 'right way' 'wrong way' limitler 'derivative' limitler vesaire olduğundan dolayı Türk lirasına FX piyasasında bazı zamanlarda sığ, çok düşük miktarlı hacimlerle 10 milyon dolarla, 5 milyon dolarla kura atak yapma durumları oluşabiliyor. Dünyadaki her merkez bankasının görev alanında olduğu gibi TCMB de eğer böyle bir sığ bir ortam oluştuğu zaman gerekli likiditeyi sağlamak için piyasaya girer..."
SICAK PARAYA DİKKAT
"Neden Merkez Bankası Başkanı dış finansmanla muhatap oluyor?" konusuna gelirsek. Hafize Gaye Erkan, herhangi bir isim değil, uzun yıllar küresel finans merkezlerinin içinde bulunmuş, oralarla dirsek teması olan birisi. Bu nedenle yeni dönemde gerek faiz pazarlıkları gerekse dış finansman ihtiyacını karşılamaya yönelik görüşmeler, Bakan Şimşek ile olduğu kadar Gaye Erkan'la da yürütülüyor olsa gerek. Burada ekonominin finans yönetimi tarafında bir birliktelik ve eşgüdüm olduğu, bürokrasi ve iş dünyası çevresinde de sıkça dile getirilen bir husus. Bununla birlikte ekonomi yönetiminin diğer ilgili bakanlıklarla, Cumhuriyetin ikinci 100. yılında ülkenin ekonomide bir üst lige çıkabilmesi için, bir eşgüdüm mekanizması kurduğunu, iş dünyasının Ankara ile yaptığı temaslardan sonra dile getirdiği en önemli başlık. Burada bir güven tesis edildiğini not etmek lazım. Tabi Ortodoks politika izlediğini öne süren ekonomi yönetiminin mevcut Ortodoks politikaları oksimoron bir yapıda olduğundan daha doğrusu finans merkezleri tarafından böyle göründüğünü de belirtmek lazım. Buna karşın hem Türkiye'ye olan ilgi hem de Türkiye'nin Avrupa dışında Çin'e kadar olan bölgede sanayisi ile insan kaynağı ile ekonomisinin büyüklüğü ile hem de finans piyasalarının çağdaş ülkeler seviyesinde bir yapıda bulunmasıyla, yabancı yatırımcı için mutlaka portföyünde bulunması gereken bir pazar olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Bu anlamda ister Ortodoks diyelim ister rasyonel diyelim, Batı finans merkezlerinin kabul ettiği politikalar izlenmeye başlanınca ülkenin, yatırımlar anlamında finans merkezlerinin daha bir odağına yerleştiği herkesin malumu. Fakat yukarıda belirttiğimiz üzere sıcak para sadece çıkarken değil gelirken de piyasaları dağıtabiliyor. Başkan Erkan ve Bakan Şimşek önceki tecrübelerden ders almış olacaklar ki sıcak paranın ülkeye girerek piyasaları bozmasına müsaade etmiyorlar ve etmeyecekler.
ORTODOKSLAR DA DEĞİŞİR
Hatırlanacak olursa Naci Ağbal döneminde yapılan faiz artırımı sonrası da ülkeye bir sermaye girişi yaşanmış, o dönem giren sıcak para Merkez Bankası'nca toplanarak kurun düşmesi ve bu sıcak paranın piyasaya kredi olarak dönmesini engelleyecek politikalar uygulanmamıştı. Piyasa kendi haline bırakılmıştı. O dönem uygulanan bu politika Berat Albayrak dönemindeki politika ile tam zıt olduğu için daha sonra yaşanacak anomalilere zemin hazırlamıştı. Mayıs seçimleri sonrası iş başına gelen ekonomi yönetimi ise bu geçmişi göz ardı etmeyerek piyasalarda spekülatif hareketlere yol açacak kaynak girişi yerine yatırımcıları Türkiye daha uzun vadeli bakmaları konusunda ikna etme arayışında. O yüzden Hafize Gaye Erkan'ın masasında kendisi mütevazı bir tavırla milyarlarca dolar dese de ilk aşamada 10 milyar doları aşan tutarda yatırımların Türkiye'ye ayrıldığını Londra ve New York temaslarını takip edenlerden öğreniyoruz. Önceki yıllarda Türkiye'ye gelen sıcak paranın bir kısmı her ne kadar carry trade yani kısa vadeli vurkaçlar anlamında faaliyette bulunsa da büyük yatırım bankalarının hisse piyasalarında ve devlet tahvillerinde 10 yıldan uzun kaldığını da gördük. Esasen 5 ve daha üzeri yıllar hatta 10 yılı bulan finansmanlar uzun vadeli yatırım sayılabilir. Hatta bunlara doğrudan yatırım da denebilir. Çünkü bu kaynaklar ülke içerisinde kullanılarak, hatta doğru kullanılırsa sonrasında bu paraların faizini ödeyecek noktaya ve ülkeye daha fazla gelir sağlayacak noktada yatırımlara dönüşebiliyor. Maalesef geçen dönemde Türkiye bu fırsatı iyi değerlendiremedi. Bu yüzden artık yoğurdu üfleyerek yemek gerekiyor. Yeni ekonomi kurmayları da Şahap Kavcıoğlu döneminde devreye alınan selektif kredi politikasını devam ettiriyorlar. Bu da Şimşek ve Erkan ikilisinin de ithalata dayalı ve dış finansman temelli kredilendirme yerine ayakları daha yere basan bir Ortodoks politikayı uygulamak istediklerini ortaya koyuyor.
BEN DEMİŞTİM AMA...
Öte yandan Meclis'teki sunumunda Başkan Hafize Gaye Erkan, akaryakıtın birçok sektörün girdi maliyetlerini etkilemesi nedeniyle fiyat artışlarının sektörler arasında yayılımını güçlendiren önemli bir etken olduğunu söyledi. Akaryakıt fiyatlarındaki artışların enflasyon üzerindeki dolaylı etkilerinin, doğrudan etkisinden daha yüksek olduğuna dikkati çeken Erkan, "Fiyatlama davranışlarında ilave bozulmaya neden olan akaryakıt fiyatları, uluslararası arz koşulları nedeniyle önümüzdeki dönemde de enflasyon üzerinde bir risk unsuru olmayı sürdürecektir." mesajı verdi. Bu köşede 6 Ağustos'ta "Politika rasyonel fiyatlamalar değil" ve 7 Eylül'de "Enflasyonun üzerinde petrol bombası düştü" başlıkları ile yayımlanan yazılarda Başkan Erkan'ın yukarıda dile getirdiği gerçeğe dikkat çekerek, akaryakıttaki yüksek vergi artışının hatalı olduğunu not etmiştik.