Başkanın bütün adamları, bütün kadınları ve entrikaları
Amerika Birleşik Devletleri, özellikle Kovid-19 salgını boyunca yaşanan sağlık skandalları yetmezmiş gibi bir de seçim rezaletleri ve Kongre baskınıyla sarsıntılar yaşayınca, üstüne bir de Doğu Perinçek’in çok yerinde benzetmesiyle “cenaze töreni gibi” gerçekleşen bir yemin töreni eklenince, genel manzara “tam filmlik” bir hal aldı. Trump’ın, korku-gerilim filmlerinin çoğunda, hele de öykünün devam ettirilmesi düşünülüyorsa, seyirci tam rahat bir nefes almışken öldüğü sanılan kötü adamın final sahnesinde birden görünüp “Geri geleceğim!” diye meydan okuması gibi bir veda konuşması yapmasından ne senaryolar çıkar kim bilir… Ya da “Melek Gözlü” Biden hakkında, tam da Clinton ve Obama’yla birlikte fotoğraf vermişken, ne heyecan verici “Çok Kan Dökülecek” serüvenleri yazılabilir…
ABD başkanlarının Hollywood’un en vazgeçilmez karakterleri arasında yer aldığı malum. Senaryo yazarlarınca ister alabildiğine sempatik ve yeri geldiğinde süper özelliklere sahip bir kahraman, isterse de antipatik, dalavereci ve korkak olarak çizilsin, hep önemli bir malzemedir “Başkan” figürü. ABD’nin 1 numaralı adamı, çeşitli türlerdeki sayısız film aracılığıyla beyazperdede boy göstermiş, kimi zaman dünyayı kurtarmış, kimi zaman da batırmanın eşiğine getirmiştir.
TERÖRİSTLERE KARŞI TEK BAŞINA
Genellikle Wolfgang Petersen’in 1997’de çektiği “Hava Kuvvetleri-1” (Air Force One) filminde olduğu üzere kahramanlık vurgularıyla, güzelleme öyküleriyle yaklaşılır Beyaz Saray’daki kovboya. Alabildiğine kasıntılı bir Harrison Ford tarafından canlandırılan ABD Başkanı James Marshall, Ruslarla yapılan bir toplantı sırasında, süper güç olarak insan hakları ihlallerine izin vermeyeceklerini, demokrasi fikrini koruyacaklarını açıklar. (Tam da Clinton, Obama, Biden gibi değil mi!) Toplantı bitince çok iyi korunan Air Force One adlı özel uçağına binerek ülkesine doğru yola çıkar. Ancak gazeteci kılığında uçağa giren bir grup terörist, ortalığın cehenneme dönmesine neden olur. Kahraman başkan, ailesini, ülkesini ve dünyayı kurtarmak için teröristlerle tek başına savaşmak zorunda kalır.
Frank Capra’nın 1939 tarihli ünlü filmi “Mr. Smith Washington’a Gidiyor”da (Mr. Smith Goes to Washington” olduğu gibi Washington’daki üçkâğıtçı politikacılara erdem dersi veren, “Amerikan Rüyası”nın kabusa dönüştüğü noktaları işaret edip merhem süren filmlere de rastlanır bu kategoride, Mike Nichols’ın “Kirli Yarış”ındaki (Primary Colors, 1998) gibi seçmenlerinin elinin sıkarken bile sahtekarlığı elden bırakmayan, uçkur meseleleriyle başı dertte (film Clinton’ın 1992 kampanyası üzerine kuruludur) Başkan adayı portrelerine de.
UZAYLILARI PİŞMAN ETMEK
Tim Burton’ın “Çılgın Marslılar”ında (Mars Attack, 1996) Başkan ve danışmanlarının, dünyayı işgal eden uzaylılar karşısında her şeyi yüzlerine gözlerine bulaştırmalarını sergileyen; Roland Emmerich’in “Kurtuluş Günü” (Independence Day, 1996) yine uzaylılarla ama bu kez çok cesur bir savaşıma girişen Başkan ve şürekasını karşımıza getiren; George P. Cosmatos’un “Gölge Teorisi”nde (Shadow Conspiracy, 1996), Başkanın en güvendiği danışmanlarından birinin, bir casusluk olayında en önemli av haline gelmesini, hem canını kurtarmaya, hem de çevresindeki entrikanın önüne geçmeye çalışmasını anlatan; Clint Eastwood’un yönettiği “Mutlak Güç”te (Absolute Power, 1997) politik gerilim yapısı içinde ABD Başkanını, yasak aşk yaşadığı kadını öldürürken gösteren ve tek tanığın Başkanın adamlarınca ortadan kaldırılması çabalarına odaklanan Hollywood, Başkansız yapamaz anlayacağınız. Theodore J. Flicker imzalı “Başkanın Analisti” (The President’s Analyst, 1967), Başkan Nixon’ın dahil olduğu Watergate skandalını beyazperdeye taşıyan Alan J. Pakula’nın unutulmaz filmi “Başkanın Bütün Adamları” (All the President’s Men, 1976), Barry Levinson’ın başyapıt niteliğindeki filmi “Başkanın Adamları” da (Wag the Dog, 1997) bu çerçevede öne çıkan örneklerdir.
BAŞKANIN SURATINA PASTA FIRLATMAK
Söz açılmışken, Stanley Kubrick’in, Peter Sellers’i üç ayrı roldeki harika oyunculuğuyla izlemeye doyamadığımız benzersiz Soğuk Savaş-nükleer felaket filmi “Garip Doktor”da çizdiği (Dr. Strangelove, 1964) Başkan portresine de ayrıca dikkat çekelim. Kubrick, bu filmin finali için önce büyük bir ciddiyet içinde geçen “kremalı pasta dövüşü” sahnesi tasarlamış ve çekmiş de. Ancak iddiaya göre, oyuncular çekim sırasında ABD Başkanının suratına pasta fırlatırken o kadar eğlenmişler ki istediği ciddiyeti bir türlü yakalayamamış ve bu sahneyi kullanmaktan vazgeçmiş. Kubrick’ten seyredemedik ama fikir o kadar güzel ki yakın gelecekte çekilecek bir filmde benzer sahneyle karşılaşırız eminim ki.