Baskın basanın!
Takvimler, 23 Ocak 1913'ü gösteriyordu; bir gün önce Saltanat Şurası toplanmıştı. Sadrazam Kâmil Paşa, Saltanat Şurası'nın aldığı kararı görüşüp Balkan devletlerine ve Avrupa'nın büyük devletlerine boyun eğmek için hükümeti toplamıştı. Kâmil Paşa hükümeti acizdi, İttihat ve Terakki'nin doğduğu yer, 600 yıldır elimizde olan Rumeli göz göre göre elden çıkıyordu. Genç subaylar infial içinde, hükümeti korkaklıkla suçlamaktaydılar.
Kurmay Yarbay Enver, Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Fethi Bey (Okyar) ve diğer subaylar 1 Ocak 1913'te, Trablusgarp'tan Türkiye'ye dönmüşler ve İtalyan savaşından sonra ayaklarının tozuyla Balkan Savaşı'na koşmuşlardı. Kurmay Yarbay Enver, Kalikıratya’da (Küçükçekmece) kurulmakta olan Hurşit Paşa kolordunun kurmay başkanı; Fethi Bey, Gelibolu'daki Mürettep Kolordu'nun kurmay başkanı; Mustafa Kemal de aynı kolordunun Harekât Şube Müdürü olmuştu. Yemen'de bulunan Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa da İstanbul'a gelmiş ve komutayı ele almıştı.
Fakat geç kalmışlardı. Memlekete geldiklerinde, Balkan Savaşı büyük bir yenilgi ile bitmiş, Londra'da barış görüşmeleri başlamıştı. Saltanat Şurası'nın, Balkan devletlerinin bütün isteklerini kabul ettiği söylentileri ortalığa yayılmıştı. Kâmil Paşa hükümetinin elinde memleket tam bir çöküntüye gitmekteydi.
Halk, bir buçuk ay gibi kısa bir sürede başına gelenlerden şaşkın haldeydi. Güvendiği koca Osmanlı ordusu, daha dün denecek kadar yakın bir zamanda kurulan küçük Balkan orduları karşısında utanç verici yenilgilere uğramış ve kof bir ulu ağaç gibi devrilip gitmişti. Atalarının kanlarını dökerek onca savaşlar sonunda kazandıkları topraklar bir hamlede elden çıkmış, düşman neredeyse İstanbul'un surlarına dayanmıştı. Şimdi de bunun onaylanması isteniyordu.
Saltanat Şurası ve Kâmil Paşa Hükümeti bunu kabulleniyorlardı. Hiç olmazsa Sinan'ın Selimiye'siyle, onca tarihi eserleriyle taşından toprağına kadar yüzyıllardır Türk olan Edirne kurtarılamaz mıydı?
3 Kanunuevvel (Aralık) 1912'de Balkan devletleriyle barış anlaşması imzalanmış, yenilgi kabul edilmişti. Edirne, Bulgaristan'a terk edilecek, adaların durumu yeniden gözden geçirilecekti. İttihat ve Terakki bu duruma tahammül edemez, seyirci kalamazdı.
İttihatçılar 1913 Ocak ayının başlarında Vefa'da Emin Beşe'nin evinde, Talat Bey’in çağrısıyla gizli bir toplantı düzenlediler. Bu konuyu ele alan bütün tarihsel belgelerde İttihatçıların bu eylemi konuştukları ilk toplantının, kendisi de Cemiyet üyesi olan Beşe’nin evinde yapıldığı yazılıdır. Kâmil Paşa hükümetinin nasıl devrilebileceği konuşulur. Enver Bey’in katılmadığı bu toplantıya Talat Bey, İsmail Canbolat, Mustafa Necip, Ömer Naci, “Küçük Efendi” Kara Kemal, Fethi Bey (Okyar), Doktor Esat Paşa, Miralay İsmail Hakkı Bey, Ziya Bey (Gökalp), Dr. Rusuhi (Dikmen), Küçük Talat Bey (Muşkara), Rıza Bey ve Patriyot Ömer katıldılar. Dr. Nazım, Selanik'te Yunan elinde esir, Dr. Bahattin Şakir ise o sırada Edirne’de kuşatma altındadır ve bir süre sonra Bulgarlara esir düşecektir.
Edirne'nin kurtulması için önce İstanbul'daki kabineden "kurtulmak" gerekiyordu. Ziya Bey, Talat Bey, Kara Kemal, İsmail Hakkı Bey, Dr. Esat Paşa bu düşüncedeydi. Ancak Fethi Bey (Okyar) gibi baskına karşı çıkanlar da vardı. Toplantıda bir karar alınamaz.
Bir hafta sonra aynı ekiple, aynı yerde ikinci bir toplantı düzenlenir. Bu kez Fethi Bey yoktur fakat Enver Bey vardır. Enver Bey'e göre Babıâli zorla ele geçirilmeliydi. Bir baskınla bu işi halletmek en kestirme yoldu. “Kim, nasıl yapacak?” sorusuna da “Ben” yanıtını verdi, “Yeter ki siz bana 50- 60 fedai verin!”
UĞURLU GÜN PERŞEMBE!
Baskın günü, eski takvimle 10 Kanunisani (23 Ocak) Perşembe, öğleden sonra olarak kararlaştırıldı. Perşembe, Talat Bey'in uğurlu günü idi. Baskından önce Kara Kemal'in başkanlığında silahlı 40- 50 kişi Sirkeci kahvelerinde, özellikle Meserret Oteli'nin altında hazır bulunacaklardı. Bu ekip saat 15.00'te Babıâli'nin önünde olacaktı. Merkez-i Umumi binası “Pembe Konak”ın karşısında Menzil Karakolu’nda Cemal Bey’in odasında bekleyen Enver Bey kır bir ata binerek, yanında Sapancalı Hakkı, Mümtaz (sonradan Enver Paşa’nın yaveri olacaktır), Yakup Cemil ve Mustafa Necip ile birlikte harekete geçecekti. Bir başka fedai grubu Sapancalı Hakkı, Silahçı Tahsin, Filipeli Hilmi, Yenibahçeli Şükrü’den oluşuyordu. Şükrü’nün kardeşi Yenibahçeli Nail, Azmi ve Sudi beylerle birlikte polis merkezini basarak idareyi ele alacaklardı. Kara Kemal bir grup fedai ile birlikte İstanbul Telgrafhanesi’ni zaptedecek, haberleşmeyi önleyecekti. Talat Bey ise Mithat Şükrü (Bleda) ile Babıâli önünde Enver Bey'i bekleyecekti. Bu arada İttihatçıların ünlü hatibi Ömer Naci, Nafıa Nezareti’nin (Bayındırlık Bakanlığı) önünde (birkaç yıl önce yanan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü binası) halkı coşturacak bir konuşma yapacak böylece eyleme kitlesel bir görüntü verilecekti. Bazı kaynaklar, Babıâli Baskını’nda ünlü romancımız Ömer Seyfettin’in de yer aldığını belirtmekte ise bu doğru değildir. Ömer Seyfettin tıpkı Dr. Nazım gibi o günlerde Selanik'te Yunanlıların esiridir.
Her şey planlandığı gibi gerçekleşti. Baskın sırasında, Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Yakup Cemil tarafından öldürüldü. Eğer silah bir santim şaşsa, kurşun paşanın sağında olan Sapancalı Hakkı'ya isabet edecekti. Sapancalı Hakkı Bey, o günleri anlatırken, "O günden beri bedava yaşadık" der. Ünlü fedai Mustafa Necip ise Sapancalı kadar şanslı olmayacak, baskın sırasında Sadaret Yaveri Nafiz Bey tarafından öldürülecekti. Cenazesi bir gün sonra büyük bir törenle Fatih camisinin haziresine defnedilecekti.
Mustafa Necip’i öldüren Nafiz Bey, Halaskâr Zabitan üyesiydi. Harbiye Nazırı ile birlikte vurulanlardan Tevfik Bey ise sonradan Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne iltihak eden Ahrar Fırkası mensubuydu.
'MİLLET SİZİ İSTEMİYOR'
Toplantı salonuna giren Kaymakam Enver, "Millet sizi istemiyor, istifa ediniz" diyerek Kâmil Paşa'nın istifasını istedi. Paşa'nın elinden aldığı yazılı istifa ile kapıdaki bir otomobile binerek Dolmabahçe Sarayı'na koştu ve Padişah Mehmet Reşat tarafından derhal huzura alındı. Padişah, Kâmil Paşa hükümetinin istifasını kabul ettikten başka, Kaymakam Enver Bey'in diğer önerisini de itirazsız kabul ederek, hükümeti Mahmut Şevket Paşa'nın kurmasına razı oldu. Bütün bunlara karşı Padişah'ın tepkisi, sadece "Pekiyi, öyle olsun, hayırlı olsun" demek olmuştu.
Hükümet, sözcüğün gerçek anlamında uyumuştu. Bâbıâli basılıp, Harbiye Nazırı öldürüldükten sonra, İstanbul Merkez Kumandan Muavini Binbaşı Saip Bey, İstanbul Muhafız Komutanı Memduh Paşa'nın huzuruna çıkıp, "Efendim, devriyeleri artıralım mı?" deyince, Memduh Paşa hiddetle bir küfür patlattıktan sonra, "Ulan, herif (Nazım Paşa) öldükten sonra mı devriyeleri tezyid edeceksin, yıkıl karşımdan" diye bağıracaktı!
Babıâli Baskını sırasında, asayişi temin için kurulan bir askerî tabur olan Uşak Taburu, hemen yanı başında gerçekleşen baskını seyretmekle yetindi. Çünkü bu tabura emir verecek bir kumandan çıkmadı ya da çıkamadı. Babıâli Baskını 15 gün önce Dahiliye Nazırı Reşit Bey'e bildirilmişti. İttihatçıların bu baskını yapacakları bilgisini Nazır'a ileten, İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa'ydı. Ancak iktidar bunu durduracak hiçbir önlem alamamıştı.
Azmi Bey, muhalefetin ileri gelenlerinden Ali Kemal, daha sonra 150'likler listesinde yer alacak olan İsmail Hakkı ve Doktor Rıza Nur'u gözaltına aldırdı. Ertesi gün Ali Kemal ve Rıza Nur, harcırahları da verilerek kendi istekleri üzerine Avrupa'ya gönderildi. Dört yıl önce 31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere Selanik'ten hareketle İstanbul üzerine yürüyen "Hürriyet Ordusu"nun ünlü kumandanı Mahmut Şevket Paşa'nın başkanlığında, tamamen İttihatçılardan oluşan yeni bir hükümet işbaşına gelmişti. İttihat ve Terakki'nin "tam iktidar" dönemi başlıyordu.
TAM İKTİDAR DÖNEMİ
Sadrazamlığa Mahmut Şevket Paşa, Erkânı Harbiye Umumiye Riyaseti'ne Ahmet İzzet Paşa, Dahiliye Nezareti'ne de Talat Bey getirildi. Cemal Bey, İstanbul Muhafız Komutanı, Enver Bey'in amcası Halil Bey İstanbul Merkez Komutanı, Azmi Bey de İstanbul Polis Müdürü oldu. Tamamen İttihatçılardan oluşan yeni bir hükümet iş başına geldi, İttihat ve Terakki'nin "tam iktidar" dönemi böyle başladı.
Araştırmacı- yazar Tevfik Çavdar, "Talat Paşa" adlı kitabında, Bâbıâli Baskını'nı şöyle yorumlar:
“Bâbıâli Baskını' diye bilinen hükümet darbesi, planlanışı ve uygulanışı açısından aklın zor kabul edebileceği ölçüde cüretkâr, adeta bir macera diye adlandırılabilecek bir girişimdir... Gerçekten de bir imkânsız olay başarılmış ve yolu üzerindeki tehlikelerin hiçbirine aldırılmayarak, tam anlamıyla bir can pazarı biçiminde düzenlenen bu baskın sonuçlandırılmıştır. Bunda iki kişinin payı büyüktür: Örgütlenme yönünden Talat Bey ve olayı akıl almaz cesareti ile sürükleyen Enver Bey. Kuşkusuz İttihat ve Terakki cemiyetinin gözüpek militanlarını da bu arada hesaba katmak durumundayız. Zaten böylesine bir militan güce sahip olmasaydı cemiyetin bu baskını başarıyla sonuçlandırması ve iktidarı alması mümkün olamazdı."
Doç. Dr. Barış Doster ise “Şu İngilizler Canımı Çok Sıkıyor” kitabında şöyle der: “Babıâli Baskını, inandıkları dava uğruna ölmeyi ve öldürmeyi yüzde yüz göze almış bir gruba liderlik eden Enver Paşa’nın hayatındaki önemli dönüm noktalarından biridir."