Batı Asya’da Petro-politik güç hırsızlığı
İsrail’in geçen hafta İran’a yaptığı hava saldırısı öncesinde, ABD’nin İsrail’e verdiği “İran’ın Petrol Üretim Tesisleri ile Nükleer Tesisleri vurulmayacak!” talimatı, sizin de mutlaka dikkatinizi çekmiştir.
ABD, nefret ettiği ve haydut devlet olarak nitelendirdiği İran’daki petrol tesislerinin vurulmasını engellemek, başka bir ifadeyle, İran petrol arzının azalmasını önlemek istedi. Neden acaba?
Dünyada üretilen petrolün %4’ünü üretip dünyada petrolün %1,9’unu tükettikten sonra, kalan %2,1’ini Asya’ya satmak, İran için çok büyük bir meseledir. Üretimi %5’e çıkarmak veya %3’e düşürmek İran’ın elinde olan bir şey değildir.
Aynı şey, petrol üretimi çok düşük olan ve dünyada üretilen petrolün %1,1’ini tüketen Türkiye için de geçerlidir. Petrolün kimlerden ve kaç dolara alınacağı meselesi, -günümüz konjonktüründe- jeopolitik bir dev olmasına rağmen Türkiye’nin gücünü aşmaktadır.
Uzun lafın kısası, Türkiye, petro-politik anlamda çok zayıftır ve esasında Asya’nın petro-politik güç potansiyeline muhtaçtır. Asya’nın petro-politik gücü, çok büyüktür; ama âdeta ABD emperyalizmi tarafından el konulmuş durumdadır.
Yoksa İran, dünya petrol üretiminin %4’ü yerine %8’ini gerçekleştirmeyi; Asya ile birlikte kendisini de kalkındırmayı neden istemesin?
Çünkü CENTCOM, 5. Filo ve 6. Filo’yu kullanarak Asya’nın jeopolitik gücünü çalan ABD, “petrol piyasaları hâkimiyeti” ile Asya’nın “petro-politik gücü”nü de çalmaktadır. Nasıl mı? Ayrıntılarıyla anlatalım…
Enerji Enstitüsü’nün 2023 Dünya Enerji İstatistikleri Dokümanı’na göre, dünyada en büyük petrol üreticisi devlet, Suudi Arabistan değil, ABD’dir. Dünyada üretilen petrolün %17,2’si topraklarından veya denizlerinden çıkarıldığı için ABD, petro-politik açıdan dünyanın en avantajlı devletidir.
Dünya petrol tüketiminde %18,9’luk dev bir payı bulunan ABD’nin, %1,7’lik açığını Kanada’dan aldığı petrol ile kapattığını düşünürsek, Asya petrolünün bir gramına bile ihtiyaç duymadığı açıktır.
Fakat ABD, Allah’ın lütfu petro-politik potansiyeli ile yetinmek yerine, bugüne değin dünyanın geri kalan “petrol alanları”nı da ya sahiplenmiş ya kontrol etmiş ya da petrol piyasasını kendi çıkarına manipüle edip durur.
Özellikle de bunu, dünyada üretilen petrolün %12,9’unun üreticisi durumundaki Suudi Arabistan üzerinden yapar.
ABD’den sonra dünyanın en büyük 2’nci petrol üreticisi olan Suudi Arabistan’ın petrolünü, Saudi Aramco şirketi çıkarır ve bu petrolün dörtte birinden fazlasını Suudi Arabistan iç piyasasına, kalanını ise dünyaya satar.
Tüm Suudi Arabistan petrolünü çıkarıp dünyaya pazarlayan ve borsa değeri 10 trilyon dolar olan Saudi Aramco şirketi, bir Arabistan millî şirketi değildir; sermayesinin yarısı ABD’ye aittir.
Anlayacağınız, dünyada üretilen petrolün %3,7’sini tüketen ve dünyada üretilen petrolün %9,2’sinin satıcısı olan Suudi Arabistan’ın petrol gelirlerinin yarısı, otomatik olarak emperyalist ABD’nin kasasına girer.
Benzer durum, diğer Körfez Arap devletleri için de geçerlidir. Dünya petrolünün %0,8’ini tüketirken, %5’ini üreten Irak’ın; %0,4’ünü tüketirken %3,3’ünü üreten Kuveyt’in; %1,1’ini tüketirken %4,1’ini üreten Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE); %0,2’sini tüketirken %1,2’sini üreten Umman’ın; %0,3’ünü tüketirken %1,7’sini üreten Katar’ın petrol gelirlerinin ciddi bir kısmı ABD başta olmak üzere Batılı ortaklarına akmaktadır.
Şirket ortaklıkları yoluyla tüm Körfez Arap devletlerinin petrol gelirlerini sömüren ABD, aynı zamanda, bu petrolün kime satılacağı konusunda da son söz sahibidir. Yani, Körfez Arap ülkelerinin görkemli petro-politik gücü, ABD’den başkasında değildir.
Asya’nın petro-politik gücünü ele geçirmiş, daha doğrusu silah ve sermaye gücüyle çalmış olan ABD, bu yolla Körfez ülkelerinden ucuza aldığı petrolü, -taşıma işine bile girmeden- diğer Asya devletlerine pahalıya satar.
Asya’da bir nevi petrol perakendeciliği üzerinden vurgun yapan ABD, benzer numarayı Kanada ve Meksika’ya da yapar. Şöyle ki, dünya petrollerinin %2,2’sini tüketirken, %5,9’unu üreten Kanada, ihraç ettiği petrolün %90,3’ünü doğrudan ABD’ye satar; ABD de, Kanada’dan satın aldığı petrolü, -kendi ürettiği petrol, kendisine yettiğinden- kendi ülkesinde kullanmaz, üzerine kâr koyarak Meksika ve Uzak Doğu’ya satar.
Nesnel olarak anlatmak gerekirse; ABD, 2022’de Basra Körfezi ve Kanada’dan 322 milyar dolara satın aldığı petrolü, 378,5 milyar dolara Asya, Meksika, Güney Amerika, hatta Avrupa’ya satarak 56,5 milyar dolarlık haksız kazanç elde etmiştir.
Örneğin 2022’de Türkiye’nin 96,5 milyar dolarlık petrol ithalatının 2,1 milyar dolarlık kısmı ABD üzerinden gerçekleşmiştir. Yani Türk Hükûmeti, yanı başındaki İran’dan ucuz petrol almak yerine, ABD petrol vurgununa boyun eğmiştir.
Özetlemek gerekirse, petrol fiyatlarını, OPEC başta olmak üzere petrol üretici devletler belirliyor sanıyorsanız, yanılgı içindesiniz. Petrol fiyatlarını, jeopolitik ve petro-politik güç kimde ise, o belirler.
Asya’nın jeopolitik gücünün Batı tarafından çalındığını biliyordunuz zaten; yukarıda anlattıklarımdan Asya’nın petro-politik gücünün de Batı tarafından çalındığı sonucu çıkar.
Petrol fiyatlarının yükselmesinin kendi kurduğu “petrol vurgunculuğu” sistemini zarara uğratacağından ABD’nin İsrail’i “İran’a misilleme hava saldırısında petrol tesislerini vurmaktan” men ettiği, sanırım anlaşılmıştır.
Petro-politik açıdan dünyadaki en şanslı ve en vurguncu devletin ABD olduğundan bahsettik. Peki, petro-politik açıdan dünyanın en şanssız devleti kimdir? Dünya petrollerinin %4,6’sını üreten, ama %14,8’ini tüketen Çin, petro-politik yönden dünyanın en dezavantajlı devletidir ve Batı’nın petrol vurgununa o da katlanmaktadır.
Asya’nın jeopolitik ve petro-politik güç hırsızlığı karşısında mücadele etmeye, bunun için de Asya’nın birleşmesine en çok gereksinim duyan devlet, Çin’den başkası değildir.
Çin’in petro-politik geleceğinin göbeği; petrolün kaynağında, yani Batı Asya Denizleri’nde kesildiğine göre; sizce III. Dünya Savaşı, Tayvan suları ve Asya-Pasifik’te mi olur?
Yoksa, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz, yani Batı Asya Denizleri’nde mi? Peki, Türkiye ve diğer Batı Asya devletleri, ABD’nin petro-politik vurgunculuğuna daha ne kadar katlanır? Kararı siz verin…