21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Batı Asya’nın temel sorunu: ‘Jeopolitik kimliksizlik’

Halil Özsaraç

Halil Özsaraç

Gazete Yazarı

A+ A-

16 Temmuz 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Türkiye coğrafi, beşerî, ekonomik ve tarihî bağları itibarıyla tek bir bloğa sıkıştırılamayacak bir ülkedir. Biz ne Batı için Doğu’ya sırtımızı döneriz ne Doğu için Batı’yı ihmal ederiz.” demişti. Özetle Cumhurbaşkanımız, jeopolitik olarak hem Doğuluyuz hem de Batılıyız anlamında, “kulağa oldukça hoş gelen” bir ifade kullanmayı tercih etmiştir.

Farklı bir yorum getirmek gerekirse, “Hem Jeopolitik Doğu’da hem de Jeopolitik Batı’dayız.” iddiasında olmak; coğrafi, beşerî, ekonomik ve tarihî bağları itibarıyla, “jeopolitik kimliksizlik, jeopolitik gücü kullanmaya korkmak, bu yüzden de sıklıkla taraf değiştirmeye meyilli olmak” anlamına da gelmektedir. Gerçekten de, “jeopolitik kimliksizlik”, yakın tarihimizde ve günümüzde, çoğu Batı Asya devletinde sık rastlanır bir “geçici kabulleniş” durumudur.

Günümüzde “güvenlik endişeleri” bahanesiyle emperyalist Batı; Karadeniz’den başlayıp Umman Denizi’ne kadar uzanan yarı-kapalı denizleri ifade eden Batı Asya Denizleri’ni büyük ölçüde işgal etmiş veya kilit altına almış durumdadır. Bu nedenle, çoğu Batı Asya devleti, emperyalizmden fırsat bulup da denizlerinin jeopolitik gücünden faydalanmaya cesaret edememekte; üstelik mümkün olduğunca “Jeopolitik Batı”ya yakın durmaya çalışmaktadır.“ Jeopolitik kimliksizliğe” yol açan bu saçmalığın, sebepleri olduğu gibi, oldukça basit çözüm yolları da var elbette. Cumhurbaşkanımızın vurguladığı “coğrafi, beşerî, ekonomik ve tarihî bağlar” üzerinden konuyu inceleyelim…

“Coğrafya kaderdir.” sözü, 14’üncü yüzyılın seçkin Doğulu coğrafyacılarından İbn Haldun’a aittir. Batı Asya Denizleri’nin bulunduğu coğrafyanın kaderi ise, kesintisiz “savaş ve çatışmalar” ile çizilmiştir. Bunun ana nedeni ise, Batı Asya Denizleri’nin Batı ile Doğu arasındaki esnek jeopolitik sınırları oluşturmuş olmalarıdır.

6.000 yıllık tarihî birikimi bulunan Batı Asya Denizleri; geçmişte olduğu gibi, bugün de Doğu ile Batı’nın esnek sınırlarıdır. Bu sınırlar, bazen Batı Akdeniz’e dayanır; bazen de -günümüzdeki gibi- Umman Denizi’ne geriler. Özgün bir dinamizmi bulunan bu yarı-kapalı denizler, farklı uygarlıkları karşı karşıya getirmiş olmaları nedeniyle, binlerce yıldır dünyanın merkezi olarak da algılanmışlardır. Uygarlık birikimlerinin etkileşimleri, Batı Asya Denizleri’nde çok güçlü olmuştur.

Örnekler üzerinden bir parantez açmak gerekirse, günümüzün Arap Alfabesinden Latin Alfabesine değin modern alfabelerin çoğunun atası, 3.000 yıl öncesinin Lübnanlı Fenike alfabesidir. Başka örnekler vermek gerekirse, Avrupalılar, şeker kamışı ve yetiştiriciliğini ilk defa, Haçlı Seferleri sırasında Filistin’de keşfedip öğrenmişlerdir.

Benzer şekilde, aromatik sakız, susam, keçiboynuzu, darı, pirinç, kayısı, kavun, limon, incir, nar, zeytin, şeftali, hurma, portakal, ıspanak ve muz da Avrupalıların ilk defa Doğu’da karşılaşıp Batı’da yetiştirmenin yolunu buldukları besinlerdi. Arapların kendi diyarlarından İspanya’ya taşıyıp yetiştiriciliğine başladığı pamuktan başka Avrupalılara kâğıt üretimini öğretmiş olmaları da Avrupa’nın hazıra konma şansını gösteren başka bir örnektir.

Esasında, tembel ve yağmacı Batı, üretken Doğu’ya çok şey borçludur. Batı’nın tarihi, Doğu’ya benzemeye çalışırken Doğu’yu yağmalamaya kalkanların tarihi olarak özetlenebilir.

Konumuza dönersek, örneklerini verdiğim bu yoğun kesişim ve faydalı etkileşimler sayesinde, birbirinden farklı ırklar, halklar, etnik yapılar, dinler ve mezhepler; Batı Asya Denizleri’nde, bazen uzlaşı içinde bazen de çatışarak, ama iç içe yaşayagelmişlerdir. Öyle ki, Batı Asya insan havuzu, sadece kültürel değil, aynı zamanda genetik olarak da Asyalı, Afrikalı ve Avrupalı karışımıdır.

Uygarlıklar için eşsiz bir buluşma ve güçlü bir iletişim noktası olan Batı Asya Denizleri, Jeopolitik Doğu için olduğu gibi, Jeopolitik Batı için de vazgeçilmezdir ve savaşmaya değerdir. Doğu ile Batı’nın mücadelesi sürüp gideceğinden Batı Asya Denizleri’nin birer barış denizi olmasını hayal etmek boşunadır. Açıkçası Batı Asya, deniz uğruna savaşmaya hazır olanların coğrafyasıdır.

Batı Asya Denizleri’nde şekillenen esnek “Jeopolitik Doğu-Batı” sınırının doğu-batı ekseninde yer değiştirmesi, Batı Asya’da, Doğu Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da “jeopolitik kimlik” karmaşasına yol açan bir etkendir. Örneğin, 16 ila 18’inci yüzyıllar arasında Venedik Cumhuriyeti, -günümüz Türkiyesi’nin benimsediği- “Ne Batı’dayım ne de Doğu’dayım.” formülüne sıkı sıkıya bağlıydı.

Sonunda Venedik, Jeopolitik Doğu tarafından yutulmamak için mücadele verirken gücünü tüketince, kendisini yutan Jeopolitik Batı’nın bir parçasına dönüşüverdi.18’inci yüzyılın sonuna kadar Doğulu olan Müslüman ve Ortodoks Balkanlar coğrafyası, Doğu-Batı sınırının Batı Akdeniz’den Doğu Akdeniz’e doğru değişmeye başlamasıyla birlikte, Jeopolitik Doğulu kimliğini kademeli olarak Jeopolitik Batılı kimliğiyle değiştirmiştir.

Yine, 20’nci yüzyıla kadar Jeopolitik Doğulu kimliği olan Yahudiler, 20’nci yüzyılından ortasında, artık en azılı türden Jeopolitik Batılıya dönüşmüşlerdir. Yakın dünya tarihinde Arap Devletleri de,-Doğu’da birleşip güç birliği yapmak yerine-jeopolitik olarak yalpalayıp duran “Yarı Doğulu Yarı Batılı” kimlikleri ile jeopolitik Doğu-Batı sınırının tüm Asya’yı çevrelemesine seyirci kalmışlardır.

Kendimizi anlatmak gerekirse, Osmanlı Devleti, 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyılın başına kadar “Jeopolitik Doğululuğu” reddederek “Jeopolitik Batı”nın içine yerleşmeye çalışırken yıkılmıştır. Türk Devrimi ise, Türkiye’yi tekrar “Jeopolitik Doğu”daki özüne taşımıştır. Jeopolitik Batı ile mücadeleyi güçleştiren “geri kalmışlığı, hızlıca ortadan kaldırma” amacındaki “Türk Devrimi”ni, Batılılaşma olarak yorumlama hatasına düşen yakın tarih devlet adamlarımız ise, Türkiye’yi -hırsla- yeniden “Jeopolitik Batı” eksenine taşımışlardır.

NATO üyeliği üzerinden Jeopolitik Batı’nın değirmenine su taşıyan özde Doğulu Türkiye’nin, devam ettireceği anlaşılan Jeopolitik Batılılaşma macerasını, “Ne Batı için Doğu’ya sırtımızı döneriz ne Doğu için Batı’yı ihmal ederiz.” sözü ile gizlemeyi, açıkçası endişe verici buluyorum.

Jeopolitik Batı, yani NATO, melez savaşlar yoluyla Jeopolitik Doğu’nun kanını emerken ve Jeopolitik Doğu ile kanlı bir dünya savaşı hazırlığı yaparken, NATO’ya ve Jeopolitik Batı’ya sıkı sıkı yapışmış Türkiye’nin “Batı için Doğu’ya sırtımızı dönmeyiz.” sözünü gerçekçi bulmuyorum. Görünen o ki, “jeopolitik kimlik” bunalımından kurtulup Jeopolitik Doğu’daki özüne dönmesi için Türkiye’nin, yeniden devrimci bir iktidara, yani Vatan Partisi iktidarına gereksinimi vardır.

Batı NATO Osmanlı Batı Asya Cumhurbaşkanı