22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Batı Cephesinde Üç Doğu Türküsü

Hüseyin Haydar

Hüseyin Haydar

Gazete Yazarı

A+ A-

Hayatımızı vatana, emeğe, namusa veriyoruz, Vatan, emek ve namus bize hayat veriyor

Batı Cephesinde Üç Doğu Türküsü - Resim : 1

DOĞU TABLETLERİ, LOZAN

Erkenden uyanmıştı Alp Dağları ve Leman Gölü,

Fakat uyuyordu Lozan, uyuyordu ölü gibi.

Uyuyordu park çiçekleri ve semirmiş banker çekleri. 

Dişini gösteriyordu çevrede pasaportlu polis köpekleri,    

Ve görünmüyordu İsviçre’de zorbalığın dibi.

Bir mahkeme salonu ki, cilalı tabut tahtasından:

Perdeler Fransız kadifesi, yasalar Amerikan bezi!

Bir yargıç ki, yatırmış vicdanını Zürih borsasına,

Ve kilitlemiş beynini Citibank’taki özel kasasına.

Bir de savcı! Kanı yok dili var, hukuk avcısı.

Fuhşun bekâsı için yanıyor Vatikan’dan on iki kandil.

Tütüyor afyonlu günnük ve haç tutuyor şeytan.

Adliyenin kesmetaş duvarında, taş kesmiş Grotius’un başı,

Sivri sakalını dikmiş, bakıyor kalabalıkta bir genç kıza.

Diyor ki ona: Çürüyor canım yine de us, çürüyor yasa!

Sarı arpa gibi çıplak kız: 1678’de, yakılmış Nis’de,

Bağırıyor: Yakar bunlar mösyö! Yakar bunlar Avrupa’yı!

Dışarda bekliyoruz biz. Bekliyor Eşref Bitlis.

Bekliyor ham petrol, saf magnezyum ve mazotlu gocuk.

Bekliyor Süleymaniye Camisi ve Erzurum kalesi,

Ve bir de Taşnaksutyun palasından kurtulamayan çocuk.

Şakırdıyor barikatın zincirleri: Çekilin! Çekilin geri!

Esir edilemeyen, yarıp çıkıyor engizisyon ateşinden.

Geniş göğsü deniz gibi çekilip kabarıyor:

Arkadaşlar! diyor, iyiyim! Önemli değil, bugün ölüm!

Ama yargılıyorlar yürümeye çalışan milleti,

Yargılıyorlar Mustafa Kemal’i, Talât Beyi’i ve hürriyeti.

Harman yerine kehribar başaklı sap çeken kuvveti.

Gülümsüyor sonra: Yirmi iki saat sürdü polis marifeti,

Ama, siz ayakta kaldınız, arkadaşlar!

Ayaklandık başkan, diyor, güler yüzlü Servet komutan:

Ayaklanmak ahdimizdi, kara toprak tahtımızdır artık!

DOĞU TABLETLERİ, BASTİL

Ben Bastil! Devrimin meydanıyım. Söz bende.

Burada bekliyorum, Fransa’nın rahminde,

Burada bekliyorum, yüz elli yıldır, yüreğim elimde.

Bakmayın üzerimde gezen kuru kalabalığa,

Öyle yalnızım, öylesine sıkılıyor ki canım, ah!

Beynimi kemiriyor, ciğerlerimi yiyor kendi yurttaşım.

Meydan dolusu öfke içimde, meydan dolusu kin,

Velâkin, çok heyecanlıyım bugünlerde…

Devrimciler gelecek, diyorlar, Türk devrimcileri,

Öyle özledim, öylesine özledim ki kanat açmış sözleri:

Asya’nın isyankâr çocuklarını bekliyorum,

Doğunun aslanlarını bekliyorum: Doğu’yu ve arkadaşlarını.

Yolu aç polis, çek elini savcı, kenara çekil tetikçi,

Taçlandırsın Paris’i bayrakların kardeşliği.

Ey süslü parlamenter! Hiç duydun mu adını Genç Türkler’in?

Utanıyorum senden, çünkü Fransız adı taşıyorsun,

Utanıyorum senden: İçiyorsun Babeuf’ün içtiği kadehten.

Basit neon ışıklarından utanıyorum senin.

Bekliyorum, ne zaman bulacak Fransa kendi fikrini?

Nerede özgürlük için canını veren yurttaş?

Temmuzun çocuklarına ne oldu, atardamar durdu mu?

Yüzüm Ruso’nun yüzü, kalbim Robespiyer’in kalbi.

Cezayir’de kurşuna dizildi Liberte ve Eegalite ve

Kardeşliği boğdunuz Atlantik’in dibinde…

Şırrak, şırrak diye inerdi giyotin, ebedi eşitlik için,

Bebeklerin başı için düşürdüm kralların kellesini sepete!

Jak Şirak! Amerikanca konuşmayı bırak,

Başını kaldır da gözlerimdeki ateşe bak:

Vive la Commune! Vive la Commune!

Ya istiklal ya ölüm!

STRAZBURG SENFONİSİ

Bir özgürlük senfonisi bu başsız ve sonsuz,

Çalıyor durmadan çalıyor insanlığın ilk hayaliyle.

Doğu'nun ve Batı'nın ortak zaferleri adına,

Çalıyor inadına yeni Ortaçağ hükümetlerinin.

Avrupa kıta orkestrası çalıyor kış güneşiyle,

Çalıyor ela, çalıyor kara, çalıyor yeşil meneviş,

Hatırlatıyor yüz yılların gümüşlü sevincini.

Çalıyor isyan senfonisi Galileo'nun

neşesiyle,Işıklar zülüf gibi üzüm

şehrinin alnına dökülmüş.

Doğanın on bin yıllık hasretiyle yaratılmış,

Kanalları, evleri, yollarıyla emeğin piyanosu,

Çalıyor dağlar ile taşlar ile gökte uçan kuşlar ile:

Kaçaznuni tüzesi, Kemal tarihi, Doğu bestesi.

Köprülerde obua kemerler, taş kulelerin uluması,

Renkli dik pencereli çatıların kararlılığıyla,

Çekip alıyor kılıcı kardeşlerin arasına yatırılmış.

Başlıyor yeryüzü sofrasında birlik oratoryosu:

Ermeni meyi, Türk bağlaması, Rum buzukisi...

Davullarıyla, kemanların titreşen telleriyle,

Usta parmakları altın yürekli insanıyla barışın,

Heykellerin esriyen bedenleriyle çalıyor,

Vuruyor durmadan atkestanelerinin zilleri...

Vauban'ın aynasında saçlarını örüyor kızlar,

Taş kesme pencereden duyuluyor sevda mızıkası.

Kuleler korosu ayaklanma şarkısına katılıyor,

Yakılanın gözlerinde yüzüyor açılmış nilüfer:

Çalıyor Strazburg Senfonisi Lucifer'in ölümüne.

El bağlamış günah çıkarıyor Notre Dame,

1230 km Ren nehri kollarını salmış ant içiyor:

Nasıl yürüdüyse Rodin'in mermerinde can suyu,

Öyle kuracak yeni hayatı da gerçeğin huyu.