Batı emperyalizminin yeni hedefi Çerkesler
Kafkasya; diller dağı, Batı Asya’nın anahtarı. Hem Türkiye, hem Rusya hem de İran için kadim bir yer. Bitmeyen bir sonsuzluk, masalların kutsal dağı. Kanatlanıp uçmak istenen yer. Enginlik, genişlik, yenilmezlik. Dünyanın nirengi noktası.
Ateşi çalan, bilmenin peşine düşen Prometheus Elbruz dağlarına zincirlidir mesela. Şarabı çalan tanrı Sosruko kime benzer?
Ortak bir kültür dairesinde yaşadığımız gerçek. Kafkasya’ya bu yüzden diller dağı deniyor.
Yapı Kredi Yayınları’nın Nartlar-Asetin Halk Destanları kitabı mitolojinin bu kadim kolunu ortaya koyuyor. Keza müthiş bir eser de Ömer Büyüka’ya ait. Abhaz mitolojisi anaç mı?
Tanrı Sosruko’nun şarabı bulma efsanesini abhaz bir arkadaşımdan dinlemiştim ilk. Prometheus’un ateşi çalmasına çok benzer bir hikâyedir.
Türkiye’de mitoloji çalışmaları sınırlı olduğundan (Türk mitolojisi dahil) Batı Asya ortak kültür dairesini ve bu sonsuz mitoloji atmosferini tanımakta, kavramakta zorlanıyoruz.
Zira kültür, dil ve mitoloji çalışmaları Batı merkezli emperyalizme karşı en büyük panzehir. Halkların birbirlerine nasıl karıştığını, sözlerin nasıl değişip dönüştüğünü o destanlarda en güzel şekilde görüyoruz. Belki de biraz bu sebeple Türkiye’de Türk olmayı tartışıyoruz. Türklüğün tanımını, Türkçe’nin durumunu, aldığımız nefesin haklılığını tartışıyoruz. İnsanlığın kalbinin bu topraklarda attığını hissetmediğimizden. Türkiye’de Türk olmayı tartışıyoruz çünkü kalbimizi hissetmiyoruz.
İşte bu tartışmalardan biri Deutsche Welle’nin belgeseliyle ateşlendi.
Alman Devlet kanalı Deutsche Welle pardon Fitne Welle Türkiye’de yeni bir açılımı başlatmak üzere “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin hikayesi I Dünyada en fazla Çerkes Türkiye'de yaşıyor” başlığıyla bir belgesel yayınladı.
Kafkas Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Filiz Kaplan söz konusu belgeselde asimilasyondan söz ediyor.
Asimilasyon meselesine gelmeden önce belirtelim: Fitne Welle burada kendi usavurmalarında, tanımlarında bile iki yüzlülük yapıyor. Bilindiği üzere Almanya’ya giden göçmenler belirli bir “uyum” sürecine tabi tutuluyor. Bu süreçte neredeyse ikinci sınıf vatandaş, potansiyel suçlu konumuna itiliyor. Göçmenlerin başı her zaman eğik olsun isteniyor diyebiliriz. Zira onlar için Almanya Almanyalılarındır ama Türkiye Türk milletinin olamaz. Kendi usavurmalarını kullanırken bile çifte standart uyguluyorlar.
Bu kısa virgülden sonra devam edelim, asimilasyon meselesine.
Türk Dil Kurumu’nda özümseme, benzeşme ve “Farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme.” anlamlarıyla çıkıyor karşımıza asimilasyon sözcüğü.
“Yok etmenin” altını çizelim zira söz konusu belgeselde iddia edilen şey tam olarak bu.
Peki soralım öyleyse:
1)Çerkes veya Abhazların hangi oyunu, geleneği, kültürel değeri yasaklanmış veya toplum tarafından dışlanmıştır?
2)Çarlık Rusya’dan Osmanlı’ya sürgün edildikten sonra Osmanlı devleti Çerkeslere ve diğer Kafkas halklarına toprak mı vermiştir yoksa mevcut düzende köle mi yapmıştır?
3)Bugün Çerkes diline, kültürüne dair yapılan hangi yayın, hangi toplantı, hangi buluşma engellenmiş veya milletin diğer kesimleri tarafından tepki toplamıştır?
4)Osmanlı devleti veya Türkiye Cumhuriyeti söz konusu yok etme fiilini nasıl, ne zaman işlemiştir?Bunu yapan kişiler, kurumlar kimlerdir?Herhangi bir resmi karar, düzenleme var mıdır?
5)Çerkes olduğunu söylediği için öldürülen, dayak yiyen, burnu kanayan biri var mıdır?
6)Kendi dilini konuştu, kendi dansını yaptı diye suçlanan, hor görülen bir Çerkes var mıdır? Yoksa aksine Kafkas dansları hayranlıkla ve coşkuyla mı karşılanmıştır?
Bu soruların cevapları aslında belli. Üniversitelerde bölümü olan, dernek faaliyetlerine her türlü olanak tanıyan bir Türkiye var. Düğünlerine imrenilen, düzenine hayran kalınan Çerkes köyleri var. Merak edenleri Düzce-İzmit hattına davet ederiz.
Esasında Çerkeslerin, Abhazların, Türkiye’de yaşayan Kafkasya kökenli yurttaşlarımızın böyle bir gündemi yok. Çünkü Türkiye’nin böyle bir gündemi yok. Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet devrimi “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” siyasetiyle bu meseleyi çözmüş, ulus devlet inşa etmiştir. Bu sürece Çerkeslerin katkısı çok büyüktür. Tıbbiyeli Hikmet’ten Yusuf İzzet Paşa’ya kadar Çerkesler, Abhazlar ülkenin bağımsızlığına hizmet etmişlerdir. Hatta Çerkes Ethem de bir yere kadar bağımsızlık savaşının parçası olmuştur. Muhittin Ünlü “Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolü” kitabıyla aslında bu ayrılıkçılığa ve önyargılara karşı bir panzehir olmuştur.
Fitneciler ise sürgün yarasını kullanarak, Batı’nın milli devletleri ortadan kaldırma planlarına Çerkesleri dahil etmeye çalışmaktadır. Aradaki fark çok açık.
Gelelim esas meseleye:
Kulüp dizisi, Seyit Rıza çıkışları, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açıklaması, Çerkes Ethem’e iade-i itibar vaatleri bütün bir planı ortaya koyuyor. Bu plan yeni değil. 2014 öncesinde açılım süreçlerini andırıyor. Fakat daha profesyonel ve kararlı. Bu sefer çatlak ses çıkmıyor.
Türkiye tarihiyle yüzleşsin fikri bir avuç azınlığın ve lobicinin, Batı emperyalistlerinin dayatması. Kuru gürültünün ötesine geçemiyor. Zira Fitne Welle’nin belgeseline birçok Çerkes yorum yaptı ve bu fitneyi kabul etmediklerini, Türkiye’ye bağlılıklarını bildirdi. Buna hiç gerek yoktu ama xabze* sahibi olduklarından olacak Batı emperyalizmine boyun eğmediklerini beyan ettiler.
Bir avuç kimlikçi ise HDP’ye can suyu olmanın derdine düştü. Meşruiyetini kaybeden terör partisinin tutunmasının yolu etnik gruplara ayrılıkçılık aşılamaktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı düşmanlaştırmaktan geçiyor. Fakat mafsal yerinden oynadı bir kere, kurtuluş yok!
*xabze: Çerkeslerin geleneksel dünya ve ahlâk görüşü.