Batı için kaybet-kaybet süreci
ABD ile Avrupa arasındaki ilişkiler açısından son derece önemli kurumlardan biri olan Münih Güvenlik Konferansı’nın 60’ıncısı 16-18 Şubat günlerinde yapılıyor. Konferans’a aralarında Türkiye’den Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın da bulunduğu, 180 ülkeden 50 eyalet ve hükümet başkanı ile 85 dışişleri ve savunma bakanının katılacağı açıklandı.
Son 10 yıldır Konferans kapsamındaki tartışmaların zeminini oluşturacak bir rapor hazırlanıyor. Bu yılki raporun başlığı, “Kaybet-kaybet mi?”. Raporda, başlıktan da anlaşılacağı üzere esas olarak bir karamsarlık hakim. Soğuk Savaş sonrası dönemin bitişiyle, dünyada Batı’nın borusunun ötmediği bir küresel çalkalanma yaşandığı, gelişen dünya devletlerinin kendi çıkarları için harekete geçtiği ve daha fazla kendi lehlerine sonuç aldığı saptanıyor. Raporda, bu gelişme “kaybet-kaybet” durumu olarak niteleniyor.
GELİŞEN DÜNYANIN AYAĞA KALKIŞI
Rapordaki durum saptaması dikkat çekici:
“Artan jeopolitik rekabet ve küresel ekonomik yavaşlamanın ortasında, transatlantik topluluktaki, güçlü otokrasilerdeki ve Küresel Güney olarak adlandırılan bölgelerdeki kilit aktörler, uluslararası düzenin mutlak faydalarının eşitsiz dağılımı olarak algıladıkları durumdan memnuniyetsizlik duymaya başladılar. Gelişmekte olan pek çok devletin bakış açısına göre uluslararası düzen, pastayı herkesin yararına büyütme vaadini hiçbir zaman yerine getirmemiştir. Liberal ekonomik düzenin belki de en büyük faydalanıcısı olan Çin ve diğer otokratik meydan okuyucular, ABD'nin meşru isteklerini kısıtladığını düşünüyor ve pastadan daha da büyük bir pay almak için güçlü bir şekilde bastırıyorlar. Ve düzenin geleneksel koruyucuları bile kendi paylarının azaldığını gördükçe artık tatmin olmuyorlar.”
Peki bunun sonucu ne? Raporda şöyle deniyor:
“Giderek daha fazla devlet başarısını diğerlerine göre tanımladıkça, göreceli kazanç düşüncesi, refah kayıpları ve artan jeopolitik gerilimlerden oluşan kısır bir döngü ortaya çıkma tehdidi oluşturuyor. Ortaya çıkan kaybet-kaybet dinamikleri şimdiden birçok politika alanında ortaya çıkmakta ve çeşitli bölgeleri sarmaktadır.”
Raporda, Çin ile rekabette Batı’nın geride kaldığı, Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin de Batı’nın istediği şekilde sonuçlandırılamadığı belirtiliyor.
ABD NE YAPACAK?
Konferans’ın son 10 yılın raporlarındaki temel soru şu: Gelişen çok kutuplu dünya karşısında “Batı olarak biz ne yapacağız?”. Bu sorunun yanıtı aranırken, ABD içinde, ABD ile Avrupa arasında ve Avrupa içinde farklı görüşler tartışılıyor. Tartışmanın merkezinde ise, Atlantik İttifakı’nın patronu ABD’nin bu gelişme karşısında nasıl bir strateji izleyeceği bulunuyor. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris de, Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasına “Dünyayla ilişki kurmaya devam etmek mi, yoksa kendi içine dönmek mi Amerika'nın çıkarınadır?” sorusuyla başladı. Kimi senaryolarda, son dakikada Biden’ın yerine ABD Başkan adayı olacağı iddia edilen Harris’in yanıtı şöyle: “ABD’nin uzun süredir devam eden küresel liderlik rolünü yerine getirmesinin Amerikan halkının temel çıkarına olduğuna inanıyorum”. Harris, 2022 yılından itibaren üçüncü defa katıldığı Konferans’ta, ABD’nin dünyaya nizam verme stratejisinde temel aracın NATO olduğunu da döne döne vurguluyor.
Tabii ABD’nin içe mi döneceği yoksa saldırgan politikalarla yoluna devam mı edeceği konusu, bu yıl Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerinin sonuçlarına bağlı. Harris’in de konuşmasında adını vermeden hedef aldığı ve Cumhuriyetçilerin adayı olmasına kesin gözüyle bakılan Donald Trump, farklı bir stratejiyi savunuyor. Son beş yıllık uygulama ile Biden yönetiminin Rusya ve Çin’e yönelik yaptırım dayatmasına bir ölçüde uyan Avrupa’nın gündeminde ise, bu politikanın artan maliyetleri daha fazla yer tutmaya başlıyor.