Batı, İsrail’i desteklerken; Asya, Filistin’in mi yanında?
Yahudiler, Nil ile Fırat arasındaki toprakların Tanrı tarafından kendilerine söz verilmiş olduğuna inanırlar. Bunun peşine düşen Yahudiler, 3.500 yıl önce bu toprakların bir bölümüne yerleşip Tanrı’nın vadettiği sınırlara genişletmek için ölümüne savaşırken çok feci çuvalladılar. 2.500 yıl önce Babilliler, kendilerine saldıran Yahudilerin bir bölümünü katlettikten sonra kalanlarını esir olarak Babil ülkesine götürdüler. Perslere yenilen Babil yıkılınca geri dönen Yahudilerin eski topraklarında yeniden kurabildiği zayıf devlet, Roma İmparatorluğu’na bağlı bir devletçiğe (vassala) dönüştüğünde vadedilen hayalî toprak miktarının bir hayli gerisinde kalmıştı. Vadedilen toprak hülyasından bir türlü vazgeçemeyen Yahudiler, günümüzden 2.000 yıl öncesinin yenilmez gücü Roma İmparatorluğu’na karşı “ölmek var dönmek yok” cinsinden savaş vermeye kalkışınca -yine- hayatlarının hatasını yapmışlardı. Savaşı kazanan Roma, yüzbinlerce seçkin Roma askerinin ölümünden sorumlu Yahudileri, milyonlarcasını katlederek kalanlarını da dünyanın dört bir yanına sürgün göndererek cezalandırmıştı.
EMPERYALİZMİN ARAP-YAHUDİ DÜŞMANLIĞI BAŞARISI
Orta Çağ boyunca Katolik Avrupası’nda da Yahudilerin çok sayıda katliam ve sürgünle karşılaştıklarını biliyoruz. Hristiyanlığın Hz. İsa’nın idamından Yahudileri sorumlu tutması, Yahudi katliamlarını ve sürgünlerini tetikleyen faktör olmuştu. Gel zaman git zaman, emperyalist Batı, kendisine çokça enerji harcattıran Hristiyan-Yahudi gerginliklerini, bir şekilde Müslüman-Yahudi gerginliklerine dönüştürmenin yollarını arayıp durdu. Filistin’in 1923’te -bağımsızlık aramak yerine- İngiliz mandasını kabul etmiş olması, emperyalizmin işini kolaylaştırmıştı. 1948’de emperyalizm, bağımsızlık isteyen Filistin’in yerine bir İsrail devleti kuruvermişti. Aynı yıl çıkan ilk Arap-İsrail Savaşı’nda Mısır’ın kurtarabildiği Gazze Şeridi ile Ürdün’ün kurtarabildiği Batı Şeria, günümüzün Filistin’i olarak hayata tutunabilmişti. 1948’den sonra emperyalist Batı, Batı Asya topraklarında hiç bitmeyecek bir gerginliğin bereketli tohumlarını atmıştı. Batı dünyası, hem İsrail adında çok kullanışlı bir oyuncağın (kronik gerginlik kaynağının) daha sahibi olmuş hem de Batı dünyasındaki 1.900 yıllık Hristiyan-Yahudi düşmanlığını Hristiyan-Yahudi dostluğuna dönüştürmüştü…
Emperyalizm, Batı Asya’da tohumlarını attığı Arap-Yahudi düşmanlığını en az bin yıllık bir geleceğe taşımak için kullanmaya başladığı melez savaşçısı İsrail’e büyük askerî yatırımlar da yaptı; hem tonlarca silah sattı hem de kendi ayakları üzerinde durabilecek savaş endüstrisini kurmasına yardımcı oldu. Bu sayede İsrail, gönüllü savaşçılığını üstlendiği Batı emperyalizmi adına, “Batı Asya’nın jeopolitik gücünü Asya aleyhine tüketmek” görevini başarıyla sürdürmektedir.
BATI’NIN 75 YILDIR SİLAHLANDIRDIĞI DEVLET: İSRAİL
1956’nın sonuna kadar, Batı Asya mandacıları olarak bilinen İngiliz-Fransız ortaklığının oyuncağı durumundaki İsrail’e satılan silahların yüzde 67’si Fransız, yüzde 22’si İngiliz idi. Bu dönemde İsrail’e yapılan silah satışlarının yalnızca yüzde 1’i ABD’den yapıldı. Anlayacağınız, İsrail’in ilk sahibi ABD değildi. 1956’da İsrail’in, Süveyş Kanalı’nı işgal etmek isteyen İngiltere ve Fransa’ya güçlü bir askerî destek vermesinin altında yatan temel neden buydu. ABD, kendisinden izin alınmadan yapılan bu harekâtı durdururken, İngiltere ve Fransa’nın oyuncak savaşçısı İsrail’e yavaşça el koymaya başladı.
1957-1967 arasındaki dönemde İsrail’e yapılan silah satışlarının yüzde 50’si Fransa’dan, yüzde 20’si ABD’den ve yüzde 18’i İngiltere’den yapılmıştı. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail, artık İngiltere ve Fransa ile birlikte ABD’nin de oyuncağı rolündeydi.
1968-1973 arasında ise İsrail’e yapılan silah satışlarının yüzde 86’sını ABD, yüzde 8’ini Almanya, yüzde 3’ünü İngiltere ve yüzde 1’ini Fransa yaptı. Anlayacağınız 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan önce İsrail, tümüyle ABD’nin oyuncağına dönüştürülmüştü.
1974-1978 arasında İsrail’e yapılan silah satışlarının yüzde 92’si ABD’den, yüzde 4’ü İngiltere’den, yüzde 2’si Almanya’dan ve yüzde 1’i Fransa’dandı. İsrail, 1978’de Güney Lübnan’ı, ABD’nin Orta Doğu’daki emperyalist çıkarlarının koruyucusu olarak işgal etti. İlginçtir İsrail, 1976’dan sonra İngiltere’den, 1998’den sonra da Fransa’dan silah alımlarını sıfırlamıştır.
1979-1993 döneminde İsrail’e satılan silahların yüzde 99’u ABD’dendi. Yani, ilk Filistin İntifadası’nı İsrail, emperyalist ABD’nin silahları ile bastırmıştı.
İsrail’e yapılan silah satışlarında 1996-2000 arasında yüzde 79 ile ABD ve yüzde %19 ile Almanya; 2000-2006 döneminde ise yüzde 95 ile ABD ve %5 ile Almanya damgasını vurmuştu. İsrail, yine ABD silahlarıyla 2’nci Filistin İntifadasını bastırmış ve Lübnan ile savaşmıştı.
2007-2022 döneminde İsrail’e satılan silahların yüzde 74’ü ABD, yüzde 22’si Alman, yüzde 4’ü İtalyan silahları olmuştur. İsrail, işte Batı’nın bu silahları ile Filistin’i eritmektedir.
FİLİSTİN’DE AYMAZLIĞA DÜŞEN ASYA
Emperyalist Batı’nın İsrail’i Asya ile savaştırmasının nedenini anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Zaten, net ve anlaşılır. Ne yalan söyleyeyim, beni en çok şaşırtan şey, Filistin’in yanında duruyormuş pozlarındaki Asya’nın tutumu. Mazlum Filistin’de ne Türk SİHA’sı, ne Rus tankı, ne de Çin savaş gemisi bulabilirsiniz. Varsa yoksa, sağdan soldan gizlice bulup toparladıkları roket filan…
Batı’nın yardımıyla İsrail’in kendine güçlü bir savaş endüstrisi kurduğundan bahsetmiştim. Ne kadar gelişmiş de olsa, İsrail savaş endüstrisi demir-çelik konusunda dışa bağımlıdır. 2022’de İsrail, 3 milyar dolar civarındaki demir-çelik dışalımının yüzde 39,5’ini Türkiye’den, yüzde 20,5’ini Rusya’dan ve yüzde 18’ini Çin’den aldı. Filistin’i kana bulayan İsrail bombalarının, tanklarının, toplarının, mermilerinin yüzde 78’i ya Türk ya Rus ya da Çin çeliği, yani Asya çeliğidir.
Gelelim İsrail’in tanklarının ve diğer savaş makinelerinin kullandığı petrole… İsrail’in 2022’de gerçekleşen 14,7 milyar dolar civarındaki petrol dışalımının yüzde 39’u Kazakistan’dan, yüzde 18’i Azerbaycan’dan, yüzde 5’i ise Rusya’dan yapıldı. Anlayacağınız Filistin’i kana bulayan savaş makinelerini hareket ettiren petrolün de yüzde 62’si Türk (Kazak/Azerbaycan) veya Rus petrolü, yani Asya petrolüdür. Üretken Asya, elbette etrafını saran emperyalist tehdidin farkındadır; ama, ona karşı en güçlü silahı olan “ekonomik gücü”nü kullanma cesaretini (veya bir formülünü) hâlâ bulamamış durumdadır.
Ucu bucağı belli olmayan hayalî topraklar için Araplarla savaşıp duran İsrail; hayalî “Megali İdea” için Türklerle savaş yemini etmiş Yunanistan; “Kıbrıs Helenizmi” için yüzbinlerce Kıbrıs Türkü’nü katletmeye hazır Kıbrıs Rumları’nın ortak özellikleri, Batı emperyalizminin “savaşçı oyuncakları” olmalarıdır. Bu oyuncaklar, emperyalizm için savaştırıldıklarının bir gram farkına varamadan Asya ile savaşıp dururlar. Asya’nın mazlumları da “emperyalizmin oyuncakları” ile savaştıklarının bir gram farkına varamadan kanıyla canıyla vatan savaşı verirler. Fakat değişmeyen bir gerçek vardır: Dünya barışının en büyük tehdidi olan “emperyalizm” ve emperyalizmin her bölge için ayrı ayrı yetiştirdiği “savaşçı oyuncakları” sadece Türkiye’nin, sadece Filistin’in, sadece İran’ın, sadece Suriye’nin, sadece falanın sadece filanın meselesi değildir. Tüm mazlum Asya devletleri, yine emperyalizme boyun eğmemek ve emperyalizme karşı kesin sonuçlu bir başarı sağlamak için güçlerini birleştirmek zorundadır. Bunun ilk kuralını sonuç olarak yazalım: Tüm Asya, “emperyalizm”e ve “savaşçı oyuncakları”na karşı akılcı ve ortak ticaret politikaları benimsemek zorundadır… Türkiye dâhil tüm Asya’ya sormadan edemiyorum: “Asya demir-çeliği ile Asya petrolünün İsrail’de ne işi var?”