Batıcıların babası Abdülhamit
Özgürlük, demokrasi ve refahın merkezinin Batı olduğu tezi bugün Türkiye’deki en gerici tezdir. Eğer derin bir yabancılaşma içerisinde değilsek, aklı başında hiçbir insanın itiraz edemeyeceği bir olgudur bu.
Batı medeniyeti 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar, ortalama beş yüz yıl, dünyada ilericiliğin ve gelişmenin coğrafyasıydı. Bu çağa Atlantik Çağı ismi verildi. Dünya ticaretinin ağırlığının Akdeniz’den Atlantik’e kaymasıyla, tekelci kapitalizm aşaması da dahil olmak üzere sermaye birikiminin Batı’da yoğunlaşması ve bu çağlar boyunca Batı’nın bilimsel ve toplumsal ilerlemeye olan katkısı dünya halklarının bütün siyasal yönelimini belirledi.
Bizim tarihimizde de önemli bir yeri olan ve özellikle Tanzimat’la ekonomik-siyasal ve toplumsal zemini yaratılan Batılılaşmak eğilimi Atlantik Çağı’nın yarattığı sosyo-ekonomik yapının yansımasıydı.
20. yüzyılda ise Atlantik rüyası kabusa döndü.
ABDÜLHAMİT GERÇEĞİ
Doğan Avcıoğlu “Türkiye’nin Düzeni” kitabında Abdülhamit için, yeni gelişen Osmanlı bürokrasi sınıfının tepesindeki isimdir diyor. 2. Abdülhamit üzerine yapılacak küçük bir araştırmayla dahi, 2. Abdülhamit’in, Tanzimat öncesi Osmanlı sultanlarından farklı olduğu anlaşılacaktır. Çünkü Abdülhamit, Batı için tipik bir sömürge ülkesi liderinin özelliklerine sahip olacak şekilde, bunu besleyen toplumsal koşullar içerisinde yetişmiştir. Bu yeni bürokrasi sınıfının bütün özellikleri, 2. Abdülhamit’in hem Batı’ya yaklaşımını özetliyor hem de iç siyasetteki rolünü açıklıyor.
Yeni tip Osmanlı bürokrasi sınıfının oluşma süreci, Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı sömürgeleşme süreciyle birlikte ilerlemiştir. Niyazi Berkes’in “Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler” kitabında “tarihimizdeki ilk satılık memleket vesikası” dediği 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret (Balta Limanı) Antlaşmasının ardından başlayan Tanzimat, büyük oranda, toplumsal dinamiklerin talepleriyle değil, Batı’nın dayatmalarıyla gerçekleşmiştir. Çünkü sermaye birikiminin gittikçe şişmesi ve hammadde ihtiyacının açığa çıkmaya başlaması yeni pazar ihtiyacı doğurmaktaydı. Tanzimat da bu ihtiyacın ürünü olarak İmparatorluğa dayatıldı. Tanzimat sonrasında yabancıların ülke içi ticaret yapmalarının önü açıldı; “yed-i vahit” denilen tekel yöntemi ortadan kaldırıldı ve gümrük resimleri yabancılar lehine düzenlendi.
Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’na göre birçok alanda öne geçmesi; Osmanlı devlet adamlarının, bu öne geçişin nedenlerini anlamak üzere yaptıkları araştırmalarda, üretim biçimlerini ve ilişkilerini incelemeye ve anlamaya yetersiz kalan sığ birikimleri kaba bir Batı taklitçiliği doğurmuştur. Bu taklitçi Batılılaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nu ilerletecek dinamiklerin üzerinde şekillenmediği gibi, bırakalım Osmanlı İmparatorluğu’nu ilerletmeyi, Batı için olağanüstü imkanlar yaratmıştır.
Tevfik Çavdar “Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu” kitabında, Batı ülkelerinin etkisiyle girişilen yenilenme atılımlarının Batı için yarattığı imkanı, “… kendi kurumlarını Osmanlı toplumuna sokarak sömürüsü için güvenilir köprübaşları sağlamak…” şeklinde ifade etmiştir. Kurulan bu köprübaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nu İngiltere için hem sermaye ihraç edebileceği geniş bir pazar haline getirmiş hem de hammadde sağladığı bir cennete çevirmiştir.
Kuşkusuz bu imkanlar neticesinde sömürge tipi devlet yöneticisi yaratmaya olanak tanıyan kültürel bir zemin de oluşmuştur. Batı’nın sömürge tipi devlet yöneticisi ve aydını yaratma politikası Tanzimat’la birlikte başlamıştır ve beraberinde gelen yenilenme atılımlarıyla ve Avrupa finans kapitalinin Osmanlı üzerindeki artan etkisi sonucu, Osmanlı yöneticilerinin ekonomik ve mali çıkarlarını Batı’ya bağlamasıyla birlikte pekiştirilmiştir.
Said Halim Paşa Osmanlı yönetici sınıfının durumunu “Milletçe yükselmek için Batı medeniyetinden istifade etmek lüzumunu duyduk. Bu düşünce, nasıl olduysa, bunun için mutlaka Batılılaşmamız gereklidir gibi yanlış bir kanaat doğurdu” diyerek çok net açıklıyor. Osmanlı devlet adamlarının kurdukları bu sahte dünyanın mahiyeti Abdülhamit döneminde daha çok açığa çıktı. Tanzimatla birlikte yeni filizlenen sömürge tipi yönetici sınıfı Abdülhamit döneminde olgunluğuna ulaştı. Doğan Avcıoğlu 2. Abdlhamit’in çevresinin Batı ajanlarıyla çevrili olduğunu aktarmıştır.
Osmanlı devlet adamlarının neredeyse tamamı Batı ajanlarına dönüştürülmüş, Osmanlı maliyesi Avrupa kapitalistlerinin çıkarlarının denetimine geçmiştir. Bu tablo Abdilhamit döneminin en sade tanımı olaral değerlendirilebilir.
Emperyalizmin ürünü bu yeni bürokrasinin mimarı bizzat Abdülhamit’in politikalarıdır. İmparatorluk toprakları içerisinde muhalefet en sert yöntemlerle ezilirken, Mithat Paşa gibi namuslu devlet yöneticileri bir bir tasfiye edilirken oluşan boşluk Batı’nın her türlü dayatmasına kucak açan devlet yöneticileri tarafından doldurulmuştur.
Batı’nın dünyayı paylaşması ve sömürgeleştirmesi sürecinde, Batı’dan demokrasi ve özgürlük beklemek Abdülhamitçiliktir. Bu bağlamda, Batıcılığın babasının Abdülhamit olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
TÜRKİYE'YE STRATEJİK TEHDİT BATIDAN
Türkiye bu çöküşten Kemalist Devrim’le çıkmıştı. 20. yüzyılın başında yaptığımız devrim, Abdülhamit gibi sömürge tipi devlet yöneticilerinin devrini de sonlandırmıştı. Ancak Türkiye’nin Atlantik rüyasına tekrar saplanması, Batıcılığın önünü bir kez daha açtı. 70 yıldır yaşadığımız yıkım bunun sonucudur.
Batı’dan demokrasi ve özgürlük beklemek ve bütün siyasetini bu düzlemde belirlemek artık ihanetin eşiğine dayanmıştır. Siz Türkiye’ye her gün küfür eden Can Dündar’a kucak açan Batı’nın, örneğin Yatağan işçileri özelleştirmeye karşı mücadele ederken kılını kıpırdattığını gördünüz mü? PKK için mecliste slogan atan Batı “soylularının” ağzından Soma’da göçük altında can veren, Aladağ’da cayır cayır yanan insanlar için bir söz duydunuz mu? Duyamazsınız çünkü Türkiye’yi yıkıma uğratan programın arkasında Batılı emperyalistler var.
Batı bize dünya ekonomisiyle bütünleşme adı altında özelleştirmeyi dayatarak Soma’nın önünü açtı. Küresel karşı devrimin neoliberal programıyla kamuyu tasfiye ederek, Türkiye’yi etnik ve mezhepsel bölünmeye itti, tarikat ve cemaat cenneti haline getirdi. Bölgemize terör ihraç ederek istikrarsızlık ve parçalanma yarattı. Bunların hepsini de özgürlük ve demokrasi adı altında yaptı. Artık acı tecrübelerle sınadık. Batı, Asya ülkelerine iki “özgürlük” dayattı: Bir, devletsizleşme; iki, milletsizleşme.
Devletsizleşme “özgürlüğü”, ezilen ve gelişen dünyayı mezhepsel ve etnik kavgalarla yıkıma uğratmak, devletsizleştirmek ve böylece sınırsız tahakküm sağlamak içindi. Milletsizleştirme “özgürlüğü” ise, yurttaşlık projesinin altını oymak, milleti Nakşibendicileştirmek, Nurculaştırmak, Süleymancılaştırmak, IŞİDcileştirmek; Abdülhamit’i, Saidi Nursi’yi, Abdullah Öcalan’ı modelleştirmek içindi.
Batı’nın 20. yüzyıl itibariyle karakteri budur. Batı artık büyük burjuva devrimlerinin özgürlükçü Batı’sı değil, çağımızda dünya ölçeğinde gericiliğin, baskıcılığın, özgürlük ve demokrasi düşmanlığının merkezidir. Bu bağlamda çağımızın biricik koşulu özgürlük ve demokrasi için emperyalizmle hesaplaşmaktır.
Batı emperyalizminden kopmak özgürleştirir, demokratikleştirir ve refah toplumunun önünü açar.
Batı’dan özgürlük ve demokrasi beklemek Abdülhamit’leştirir. Batı emperyalizmine karşı mücadele Atatürk’leştirir.
Seçenekler bu kadar açık ve net!