Batılılaşma karşısında Dostoyevski
Dostoyevski, Rusya’daki toplumsal düzen sorununu irdelemeyi düşündüğü romanının taslaklarını tuttuğu not defterinin başına ‘Kargaşa’ ismini yazmıştır.
Romanını bitirmeye yakın Dostoyevski yeni eserinin adını ‘Kargaşa’ koymaktan vazgeçip ‘Delikanlı’ ismini verir.
Dostoyevski, Suç ve Ceza ile başlayıp Budala, Cinler ve son romanı Karamazov Kardeşler eseriyle peş peşe başyapıtlar kaleme alarak hayranlık verici, benzersiz edebi üretime imza atmıştır.
Ne var ki Delikanlı romanı, tüm bu son dönem eserleri arasında edebi anlamda zayıf kalmaktadır.
Bazı eleştirmenlere göre Delikanlı romanının zayıflığı, Dostoyevski’nin diğer eserlerde dengede tutabildiği politik görüşlerinin ağırlığını çok daha fazla hissettirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu eserinde Dostoyevski politik fikirlerinin, romanını gölgeleyecek derece baskın olmasına engel olamamıştır.
Elbette bu eleştirinin ne ölçüde haklı olduğu tartışmalıdır. Dostoyevski, edebiyat hayatı boyunca politik görüşünü romanlarının merkezine koymakla birlikte, gençliğinden itibaren meşgul olduğu en önemli sorunu Delikanlı eserinde ilk kez ana tema haline getirmiştir: ‘Rus Batıcılığının eleştirisi’.
Rusya ve Batı sorunu, Dostoyevski’nin sürekli araştırıp üzerine düşündüğü en temel konuydu.
Şair Apollon Markov’a yazdığı 16 Ağustos 1867 tarihli mektubunda “Avrupa’nın farklı zamanlarda Rus toplumunun hayatına ne şekilde yansıdığını ve bir misafir olarak medeniyetiyle birlikte kendisini nasıl Ruslara empoze edebildiği sorununu ele alan, Rusya’nın Batı Avrupa ile ilişkileri ve Batılılaşmanın Rus toplumunun yüksek sınıfları üzerindeki etkisini inceleyecek uzun bir makale yazmak istiyorum” diyerek Dostoyevski bu niyetini dile getirmişti.
Dostoyevski bu makaleyi hiçbir zaman tamamlayıp yayımlayamadı ancak çıkardığı notların önemli bir bölümünü Delikanlı eserinde kullanmıştır.
RUS BATICILIĞI VE KÖKSÜZLER
Dostoyevski’nin romanına Kargaşa ismini koymayı düşünmesinin sebebi, Rusya’nın en yakıcı konusu, düzen sorunuydu. Rusya’da toplumsal birliği parçalayan, devlet-kilise-toplum arasındaki organik ilişkiyi alt üst eden, düzensizliği yaratan Rus Batıcılığıydı.
Rus Batıcılığı ise Dostoyevski’ye göre “bizzat Büyük Petro’nun sonucuydu”.
Önceki romanı Cinler için aldığı notlarda Dostoyevski, Petro’nun Batılılaşma reformları sonucu ortaya çıkan Rus Batıcılığının karşısına döne döne ‘köksüzler’ ifadesini yazmıştır.
Dostoyevski, Petro ile başlayan Batılılaşmayı eleştirirken her zaman köksüzlük teması çerçevesinde fikirlerini kaleme almıştır.
Gazetedeki köşesinde Dostoyevski “Bu toplum nereden geldi? Evet, siz Büyük Petro’nun iki yüzüncü doğum yıldönümünü kutlayan tarihçilerimiz, lütfen bana cevap verin! Neden toprağımızdan kopup köksüz hale geldik biz” diyerek köksüzlük sorununu kamuoyunda tartışmaya açar.
Dostoyevski, köksüzlük kavramını iki anlamda kullanır.
İlk anlamı, Rus soylu sınıfının topraklarından kopmasıdır.
Modern Batı tarzı bir devlet inşa etmek isteyen Petro, Rusya’nın Avrupalı bir devlete dönüştürülmesi için rasyonelleştirilmiş bürokrasiye ihtiyacı vardı.
Bu ihtiyaçtan hareketle Petro, Rus soylusunu daimi olarak askeri ve sivil bürokrasiye dönüştürecek reformları gerçekleştirir. Eskiden soylular, devlete karşı sadece askeri yükümlülüklere sahipti ki bu durum savaş koşullarında geçerliydi.
Petro’nun reformlarıyla, soylular ve oğulları belli bir hizmet süresi için devletin denetimine alındı. 1721 yılında kabul edilen Hizmet Dereceleri Yönetmeliği ile doğuştan gelen unvan ve rütbeler artık, devlet hizmetine göre belirlenmeye başladı.
Böylelikle Petro soyluluğun temelini devlet hizmetine bağlayarak, Rus soylusunun topraklarında görece bağımsız bir yaşam sürmesine son verdi.
1861 yılında köleliğin kaldırılmasıyla birlikte yaşanan belirsizlik karşısında toprak sahibi soyluların mülklerini satarak Moskova ve Petersburg’a, ama özellikle Avrupa ülkelerine yerleşmesiyle, Rus soylusunun topraklarından kopuşu tamamlandı.
İkinci anlamı ise, Rus üst sınıflarının, Rus halkından da kopmasıdır.
Dostoyevski’ye göre, köylülüğün hakim olduğu kırsal yapıya sahip Rusya’da, Rus soyluların topraklarından kopmasıyla hem geleneğin maddi temelinden hem de geleneğin taşıyıcısı köylülerden koparak köksüzleşmiştir.
Geleneğini yitirmek ise, kişisel ve toplumsal düzenin temel kaynağından yoksun kalmaktır. Böylece Dostoyevski için köksüzlük kavramı düzen sorunuyla doğrudan bağlantılı hale gelir.
Dostoyevski gerek yazdığı romanlarda gerekse gazetede kaleme aldığı politik yazılarda sürekli, eğitimli Rus soylusu ile Rus köylüsü arasındaki kopuşun neden olduğu, trajik yabancılaşmanın aşılarak, yeniden toplumsal düzenin kurulması, geleneği yaşatacak uyumun canlandırılması sorununu tartışmıştır.
Sorulması gereken, Rusya’nın düzenini alt üst eden Rus Batıcılığından geriye dönüşün ne derece mümkün olduğudur? Eğer Petro öncesine dönmek mümkün değilse, Rusya’nın kökleri hangi toplumsal ilişkiler zemininde yeniden yeşerebilir? Kaybedilen gelenek yeniden canlandırılabilir mi?
Daha önemlisi Rus Batıcılığının karşısına Dostoyevski hangi politik ve kültürel alternatifi koymayı önermiştir?
DOSTOYEVSKİ'NİN AÇMAZI
Dostoyevski, Sibirya’da geçen sürgün yılları sonrasında politik olarak Slavcı siyasi grupların yanında yer aldı. Ortodoks dinine verdiği önem daha belirgin hale geldi.
Eserlerinde inancın saflığını kaybetmemiş Prens Mişkin, Alyoşa gibi karakterlerle Ortodoks dininin kurtarıcılığını sürekli öne çıkarmıştı.
Bununla birlikte, muhafazakar dünya görüşüne rağmen Dostoyevski hiçbir zaman Rus Batıcılığına karşı geçmişe dönmeyi, Boyarlar zamanının geleneğini yeniden diriltmeyi düşünmemiştir. Geçmişe dönmeyi savunan Slavcıları her zaman ironik biçimde eleştirmiş, gerici Slavcılarla arasına her zaman mesafe koymuştur.
Yaşadığı dönemin sorunlarına, çağını aşacak cevaplar arayan her deha gibi Dostoyevski de dünya görüşünü sınırlandıran ideolojik bariyerlere rağmen, Batılılaşma eleştirisinde insanlığın evrensel özgürlüğünün imkânlarını soruşturmuştur.
Ancak Rus Batıcılığının yok etmeye başladığı Rus köylüsünü savunmasına rağmen Dostoyevski, hiçbir zaman Rus halkını gerçek anlamda özgürleştirecek sistematik politik ve kültürel fikirler sunamadı.
Petro’dan itibaren Batılılaşma reformlarında atılan her adımının, Rus köylüsünü daha da köleleştirdiğini, Rus Batıcılığının Rus halkına prangalar vurduğunu dile getirse de, Rus soylusuyla Rus köylüsünün nasıl barış içinde yaşayabileceğini tasvir edemedi.
Dostoyevski, Ortodoks kardeşliğini düzeni yeniden sağlamak için çözüm olarak sundu. Fakat bu dini kardeşlik, topraktaki mülkiyetin Rus köylüsü için demokratik biçimde dağıtılması gerektiğini hiçbir zaman açıkça dile getirmedi.
Topraktaki özel mülkiyeti insanlığın en büyük günahı olarak gören Tolstoy’un halkçılığına, hiçbir zaman ulaşamadı Dostoyevski.
Batı kapitalizmi karşısında ortaya çıkan sosyalizmi de yadsıyarak, “İsa’nın olmadığı yerde erdem serpilemez” diyerek bütün toplumsal kurtuluşu teolojiye bağladı.
Aydınlanma’nın, dini referanslardan bağımsız biçimde insanın erdemi inşa etme mücadelesine sırt çevirdi.
İşçi sınıfının eşitlik talebini, ruhun yüceliğini ıskalayıp salt maddi çıkar talebi olarak görerek küçümsedi.
Her muhafazakar gibi Dostoyevski de Batılılaşma karşısında ‘özüne dönmeyi’ savunarak, her ülkenin yaşadığı sancılı modernleşme sürecinde muhafazakârların dile getirdiği evrensel itirazı tekrarlamıştır.
BATILILAŞMAYA KARŞI RUS SOSYALİZMİ
Dostoyevski, Rus Batıcılığının neden olduğu kargaşaya son vermek için gelenekleri diri tutmayı önerirken, Rusya’ya giren kapitalist ilişkilerin köy komünlerini parçalayarak, köyleri de topraklarından kopardığını etraflıca ele almamıştır. Geleneğin tek taşıyıcısı sınıfın parçalanmasına karşı toplumsal model sunmamıştır.
Batılılaşmaya karşı Dostoyevski, Rus köylüsünün geleneğini canlı tutup yaşatmaya dair tutkulu görüşleri dile getirse de, bu geleneğin serpilebileceği zemini Rus sosyalistleri tasvir etmiştir.
İlk kez Herzen, kapitalizmin sömürü ve eşitsizlik bedelini ödemek zorunda kalmadan, köy komünleri üzerinde yükselen Rusya’ya özgü sosyalizmin kurulabileceğini tezini gündeme getirdi.
Herzen’in, kapitalizmi aşarak sosyalizme ulaşma fikri daha sonra Çernişevski tarafından çok daha detaylı şekilde ele alınacaktı.
Herzen’e göre tarihin akışı zorunlu olarak Avrupa’nın yatağında akmak durumunda değildi, tarih çoklu seçenekleriyle vardı ve insanlar iradeleriyle başka bir seçeneği mümkün hale getirebilirlerdi.
Böylelikle Rus Batıcılığına karşı, Rusya’ya özgü toplumsal model ve kavramlar ilk kez radikal demokratlar ve sosyalistler tarafından gündeme getirilmiştir.
Marx ve Engels de bu tezi önemseyip üzerinde önemle durmuştu. Özellikle Marx, son dönem çalışmalarında ‘Doğu Sorununa’ eğilirken ‘Rus Sosyalizmi’ üzerine Rusya’daki devrimcilerle mektuplaşmıştı. Avrupa’da Rus Sosyalizmi tezini destekleyen ve karşı çıkanların tartışmaları 3. Enternasyonal’e kadar canlı şekilde devam edecekti.