Batı’ya komşu olmanın laneti mi?
Asya’nın güney kalesi Hindistan’ın başşehri Delhi’deyiz. Zamanı oldukça Avrupa’da tatile giden Türk “turistlerine” inat, buralara konser ve konferanslarımız için her geldiğimizde, kendimizi evden daha çok evde hissetmekteyiz. Bunun sebeplerini düşünüyoruz bir aydır. Malezya’da, Endonezya’da ve Hindistan’da hissettiğimiz evde olma halini, aynı turda uğradığımız Singapur’da neden bir türlü hissedemedik acaba? Bugünkü yazımızın konusu bu olacak.
Tam tamına yüz senedir Atatürk’e mal edilen “muasır medeniyete ait olma” sözünü, tam tamına yüz sene sonra, Avrupa Birliği, Atlantik Cephesi, Biden tayfasına ait olmakla özdeşleştirebilen bir memleket haline gelebilme becerisini, çokta iyi becerdik gibi görünmekte şimdilerde. Memleketten kaçmayı düşünmek ve Türk olmaktan öyle fazlaca da övünç duymamak, hatta pişmanlık duyma modası, özellikle de genç ve orta yaş gruplarımızda bir pandemi boyutunda. Bana bu noktada, hiç kimse “Ama Türkiye’yi yaşanamayacak hale kim getirdi?” diye de sormamalı! Üç askeri darbe, sayısız polis nezarethaneleri, uzun süreli sıkıyönetim, tüp ve yağ kuyrukları, haftada bir tane ancak yenebilen yumurta günlerini bizzat yaşamış birine sorulacak bir soru değil bu çünkü.
KAÇACAK BAŞKA BİR YER Mİ VAR?
Elbette, çok daha yaşanabilir bir memleket için adanmış bir ömrün sahibi olarak, bu kadar keskin konuşabilmekteyiz. Kaldı ki hayatının 40 senesini ABD dahil, gençlerin gitmeye can attığı ülkeleri alıcı gözü ile görmüş ve bizzat yaşamış da biriyiz. Estonya’dan İtalya’ya, İngiltere’den Belçika’ya Avrupa’nın dört bir yanını da arşınlamış bulunmaktayız. Yani lafın kısası, “kaçacak veya gidecek hiçbir başka yer yok.” Cennet de burası, cehennem de, artık siz hangisini tercih ederseniz.
Bir taraftan Manchester’da geçen günlerimizi düşünmekteyiz, bir yandan da şu anda kirli havasını, tozlu yollarını, günde 24 saat bitmeyen insan telaşını yaşadığımız Hindistan’ın Gurgaon şehrindeki halimizi. Neden oluyor da, İngilizlerin gözbebeği olan Manchester, ve hatta Londra’da alamadığımız zevki, bu ikinci sınıf oteliyle, dehşetli şekilde baharatlı yemekleri ile, ve hiç bitmeyen trafik gürültüsü ile Delhi’nin varoşlarından Gurgaon’da alabilmekteyiz? Az önce, semtin merkezi sayılan büyük marketin orta yerine oturup, sütlü Hint çayını yudumlarken, bu sorunun cevabını bulmaya çalışmıştık zaten.
MEDENİYETİN İNSAN BOYUTU BATI’DA KAYBOLURKEN
ABD’nin ve Batı’nın herhangi bir şehrinde veya kasabasında, buna benzer bir ortam bulmanın zaten imkanı olmaz. Benzer bir ortam buldunuz diyelim, böyle bir samimi ve insan sıcaklığı ile kapsayan bir ortam zaten olmaz. Burada, gündüzün sıcağından kaçanlar, çoluk-çocuk, dede-nine bir arada, bu pazar yerine gelir her gece. Yiyecek de, içecek de o kadar ucuz ki, insanların uzun uzun matematik yapmasına bile gerek yok. Stresten kafası bozulmuş birinin makinalı tüfek kurşunlarına hedef olma endişesi de gereksiz burada. Yani, haydi gidelim diyorsunuz ve geliyorsunuz.
Yerlere serilmiş ayakkabı, terlik, oyuncak, giysi satıcılarının hengameleri içinde, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmanıza gerek olmadan, saatler geçirip evinize dönebiliyorsunuz. Türkiye’nin bizler büyürken sahip olduğu kasaba kültürü, buralarda hala devam ettirildiği için, adeta bir mahalle muhabbeti havası içinde gecenizi geçirebilmektesiniz böyle yerlerde. Yani Batı’nın bizlere dayattığı Starbucks kültürü buralara gelememiş henüz. Elbette Delhi ve diğer büyük şehirlerin merkezleri, bu tür Batı eserleri ile dolu. Ama gerçek Hindistan’ın gerçek mahallelerinde, aynen Türkiye’nin 1960’lardaki havasını bulup, biraz nostaljik olmanız da mümkün.
GÖZLER HEP YUKARDAKİLERDE OLURSA
Buna çok benzer duyguları, geçen hafta gittiğimiz Jakarta’nın ve Kuala Lumpur’un arka sokaklarında da hissetmiştik. Yani insanlar fakirliklerine kafayı takıp “müzmin birer muhalif” olarak hayatlarını zehir etmek yerine, ellerinde ne varsa onunla, mevcut hayatı yaşayıp, keyif almanın peşindeler desek yanlış olmaz. Öyle görünmekte ki, Türk milletine 40 senedir dayatılan tüketim toplumu, ve hiçbir şeyden memnun olamama psikolojisi, Türkiye’nin tersine Hindistan, Malezya ve Endonezya’da, henüz insanların hücrelerine işlememiş. Aslına bakarsanız, bu ülkelerle karşılaştırılınca, Türk insanının hizmetlere, sağlık konusundaki ihtiyaçlara, yollara, binalara, trafiğe, düzene ilişkin hiç bitmeyen şikayetleri oldukça havada kalıyor. Elbette dünyadaki hiçbir memlekette, henüz bir “mükemmel” düzen icat edilemedi. Ve daha uzunca bir süre böyle bir mükemmeliyete ulaşacağımız da şüpheli. Ama “nereden geldiğini unutan” milletimizin hemen her kesimi, insana sıkıntı verecek derecede bir “negatiflik” içinde gününü doldurmakta, zamanı yaşamaktan ziyade. Bu zenginimiz için de, fakirimiz için de aynı derecede geçerli. Çünkü bir kere bizi “daha güzeli, daha iyisi, daha büyüğüne layıksın” diye zehirlemişler ya, artık tatmin edilemez bir kitleye dönüşmüş hallerdeyiz.
TATMİNSİZLİĞİ BİLE TAHLİL EDEMEMEK
Bu tatminsizlik içinde de, gideceği yönü kestiremeyen, düzgün gelecek tahlilleri yapamayan, en fazla gürültüyü kim yapıyorsa onun arkasından tıpış-tıpış yürüyen bir millete dönüştürülmüş durumdayız bizce. İçinde yaşadığımız sistemin on bin senelik geçmişi olduğunu bilerek, gerçekçi olmanın gerektiği durumda tüm insanlık. Elde olanı daha güzele doğru değiştirmek elbette ilerlemenin bir gereği. Ama büyük bir narsizm dalgası içinde sanki her şeyin en büyüğü ve güzeline hak kazanmış, ya da bu hak kendisine vadedilmiş kafasıyla hayat yaşamaya kalkınca, hayal kırıklıkları her kesimi etkilemekte.
Gurgaon’un bu tozlu marketindeki kalabalığın cıvıl cıvıl haline bakınca, bizim semt pazarlarımızdaki bağırtıların arasında gördüğümüz asık suratlar, kadını ve erkeği ile her an patlayabilecek bir kalabalıktan ne derece farklı olduğuna şahit oluyoruz. Eminiz ki bu semtte oturan ve bu markete gelip giden herkes, Türkiye’nin her semtindeki insanımızdan çok daha yoksuldur. Yine eminiz ki, bunların da gelecek ile ilgili hayalleri ve planları vardır. Mutlaka bir sürü hayal kırıklıkları ile yaşamak zorundadırlar. Ama hayat gümbür gümbür devam ettiği için, onlar da hayatın akışı içinde elden ne geliyorsa yaparak ömürlerini doldurmaktalar.
ERDOĞAN-MODİ VE AKP-BJP
Biliyorum, bazılarınız hemen “ama bizim memlekette Erdoğan ve AKP iktidarı var, ondan dolayı böyle” diyecektir. Çünkü biz, hemen her konuda birilerini suçlayarak işin içinden çıkabilmeyi becerdiğini zanneden bir millet haline getirildik. Onlara, Hindistan’da da Erdoğan gibi görülen bir Modi yönetimi, ve AKP’ye benzeyen bir BJP iktidarı olduğunu hatırlatalım. Yani dünyada hiçbir yer güllük ve de gülistanlık değil. Ama insanoğlu bir yolunu bulup, hayatını devam ettirebilmek zorunda. Sabahlara kadar Tanrı’ya, Allah’a, Krishna’ya, Ganesha’ya dua etseniz bile, gönlünüzden geçen bir hükümeti size bağışlamak, onların işi ve görevi değil ki! Onu da, mevcut şartlar altında, elimizden ne kadarı gelirse katkıda bulunarak bizler sağlayacağız, eğer becerebilirsek. Ama bunun için, biraz da olsa ödevimizi yapıp, kimin ne olduğunu, ne dediğini, neden dediğini düzgün tahlil edebilmeyi becermemiz gerek. Siyasi narsizm salgını içinde, size bir şekilde satılmış olan fikirler etrafında don baba dönelim yaparak, ne istediğiniz iktidar gelebilir, ne de yüzünüz gülebilir. Biraz sakinlik, biraz olgunluk, biraz iyi niyet, belki de güzel bir başlangıç için gerekli ön şartlar gibi gelmekte bize.