22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bayramın durmayan tramvayı!..

Mehmet Faraç

Mehmet Faraç

Eski Yazar

A+ A-

Yaşamın ipine istediğiniz kadar sarılalım ama, geçen ömür açısından nafiledir artık!..
Pençelerimizi eskinin katranlaşmış zamanlarına istediğimiz kadar nakşetsek de, olanaksızdır geleceğe ısrarla direnmek...
İstediğimiz kadar tutunsak da geçmiş anılara, pervasızca çabalamak da çaresizliktir belli ki...
Ve istediğimiz kadar “ah vah” edelim; bizim için meşhur, dün için mazi olan zamanın tünellerinde, dönme dolap gibi yitip gidiyoruz, kimsenin umurunda bile olmadan...
Yani; bizi eskide tutmaya çalışırken, “yaşam” denilen mücadale, devinimi en yüksek sulardan bile hızlı akan ömrün bulanık nehirlerinde alabora olmaktan bir türlü kurtulamıyor...
Çünkü bizleri eskilerdeki hallerimizle anlatan fotoğraflar inanılmaz bir hızla sararıyor ve anılarımız antika bir sandığın dibine doğru savruldukça savruluyor!..
Velhasıl; zaman kendi devinimi içinde eskimekten, yıpranmaktan, erozyon yaşamaktan ve acımasızca yok olmaktan bir türlü vazgeçemezken, olan her zamanki gibi insana oluyor!..
Baksanıza; çok uzaklarda kaldı burnumuzda tüten, canımızda iz bırakan ve en önemlisi de aklımızda ufacık da olsa barınabilmek için çırpınan o eski, güzel ve unutulmaz günler...
İşte ne yaparsak yapalım, çocukluğumuzun tüm çılgınlığıyla çırpınan eski görüntüleri, geçmiş zamanların zoraki mahkumlarından başka bir şey de değildir artık...
Velakin hapsedildi belli ki çocukluğumuz, zamanın “yolculuk” denilen o belli belirsiz zalim savurganlığında…
Yok oldu eskiden aldığımız nefesler, yankısında kayboldu attığımız şen kahkahalar ve topraklara sindi her ne pahasına olsun döktüğümüz masum gözyaşları!..
Bayramın durmayan tramvayı!.. - Resim : 1
ANILARIN ZALİM YAĞMACISI!..

Hepimizi bal gibi farkındayız; Yalnızca limon şekeri kokan şımarık zamanlar körelmedi yaşam denilen acımasız çarkın kör çiğneyişlerinde!..
Sadece, bir zamanlar tenimizi süsleyen bayramlık elbiselerimiz minik hallere bürünmedi, “ömür” de kaynar suda küçülen kazaklar gibi pörsüdü, birbirine sarılmış kör düğümlerin ihaneti içinde...
Coşkumuz, neşemiz, masumiyetimiz ve en önemlisi de umursamaz hallerimiz bir pranganın pasında tutsak edildi eski zamanların o kahredici köhneliklerinde!..
Sanki ezeli zamanlardan gelmiş acayip rüzgarlar, binbir güçlükle topladığımız anıları da bir zalim yağmacı gibi alelacele toparlayıp maziye götürüverdi…
Ne çare ki; tarihin en barbar fırtınlarının en çok tarumar ettikleri, insanın yaşama tutunma çabaları ve eskiyi koruma azminden başka bir şey değil...
Yaşam acımasızdır, kendisine bile!.. İşte bu yüzden olsa, eskilerden ne o güzel kokular kaldı dünyada ne de zihnimizde ısrarla tutmaya çalıştığımız mutluluk verici bayram şekerinde tatlar...
Baksanıza, yağ tenekelerinde coşkulu biçimde açan rengarenk güller bile yok artık... Onlar da yenildi sahteliğin diken tuzağındaki kokmayan yalanlarına!..
Ve de ne dağlarda artık şımarık çiğdemlerin göz kırpan kokuları var, ne de badem ağaçlarının rüzgara direnen o neşeli ve de heyecanlı gölgeleri...
Bayramın durmayan tramvayı!.. - Resim : 2
KEHRİBARA TUTUNMUŞ ZAMAN...


Bize, hepimize eskiyi en çok “bayram”lar anımsatıyor nedense...
Çünkü bayramlar yalnızca şeker kokusunun kan korkusuna bulandığı toplanma, buluşma, kaynaşma, kucaklaşma ve öteden-beriden konuşma zamanları değil...
Çünkü bayramlar; kaybedilene ağlanan, doğana sevinilen, miniklerin harçlık heyecanında, eski mahalle bakkallarına koşuşturduğu, gülmeye mahkum günlerin kehribara dönüşmüş “dün”leri de değil artık...
Bayramlar; yaşamın her dönemecine bir eski fotoğraf bırakan insanlık tramvaylarının geçmişe tutunmuş duraklarından başka bir şey değil aslında!..
Bayramın durmayan tramvayı!.. - Resim : 3
HASRETİ ÇEKİLEN TARİH...

Bakınız; “şeker”in damaktaki tadı henüz eskimeye başlamışken, “kurban” geldi önümüze, yaşamı an be an ve hiç acımadan kurban ederek!..
Şu bayram günlerinde, eskinin dünyadan bihaber masum kınalı kuzuları mı geldi yalnızca aklımıza, ya da kıpkırmızıya dönüşmüş avlular mı?..
Heyecanı dorukta olan yeni giysilerimizin serinliği mi bir rüzgar gibi geçti önümüzden, yoksa bağcıklı kahverengi ayakkabılarımızın gıcırtısı mı kulaklarımızda?..
- Heyhat!.. Kandırma yaşam artık kendini, insanlığın hasret kokan zihinlerinde...
- Biliyoruz, çok şey kalmadı hasretini çektiğimiz bayramların coşku kokan eskilerinde...
- Ve hüznün kırıntısı bile ses vermiyor artık, “tarih” denilen o zalim derinliklerde!..
Evet; dün Kurban Bayramı’nın ilk günüydü... Baktım da, çocukluğumuzun, sokaklarda koşturan bayramlık çocuklarının mazide kalan görüntüleri artık çok eskiydi...
Ne çocuklar gibi şendi dünkü bayram ne de ezelden bir ses vermişti hasretini duvarlara astığımız o eski zaman...
Tadını yitirmiş “şeker”lerden, giderek daha çok tuza bulanan “kurban”lara kadar bayramlar ne yazık ki neşesini, heyecanını ve coşkusunu yitirmiş, nostaljik anılardan başka bir şey de değil artık...
İyisi mi; bayram nasıl geçerse geçsin, içinizdeki gerçek bayramları canlı tutun, sizi yaşamın bağrında oyalayan heyecanları, güzellikleri ve dostlukları sakın ola yitirmeyin... Asıl bayram o zamanlar yaşanır çünkü...