Bayramları bayram tadında yaşamak
Bayram günü ne yazılır ki... Ya da bayram günlerinin iki geleneksel yazısı vardır: Ya, eskilerin -Ulunay, Burhan Felek, Sermet Muhtar Alus, Reşat Ekrem Koçu, Burhan Arpad vs.. - klasiği olan “Nerede eski bayramlar” başlığı altında nostaljinin yitik sularında dolaşıp günümüzde içi boşaltılmış o değerlerde kulaç atarak özlemin eski tadını bir şeker lezzetinde anımsatabilmek ya da alışılmış ama anlamını giderek yitirmiş barış, kardeşlik, dayanışma gibi sözcüklerin cömertçe kullanıldığı, inandırıcılıktan ve de içtenlikten uzak yapay bir retorik denemeye girişmek... Bayram günlerine özgü her iki yazının da kendine özgü kimi sakıncaları var. “Nerede o eski bayramlar” diye başlayan yazı türü için yaşımız pek tutmuyor, tutsa da üstatların o kendilerine özgü, yaşanmışlıklarla harmanlanmış üslubunu yansıtabilmek çok zor, hatta olanaksız gibi bir şey. Bizim kuşak, bayram adında ne gördü ki ne yazacak... İkinci türde kardeşlik ve barış ile başlayan yazı tarzı ise, bayramların klasiği olduğu halde pek inandırıcı değil. Bu sözcükler yıllar yılı ve özellikle de politikacılar tarafından yenilenerek değil de yinelenerek söylendiği için anlamlarını daha bir yitirip hoş ama ne yazık boş sözcükler oluveriyor.
Demem o ki, bayramlarda yazı yazmak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Hem içten hem de inandırıcı olacaksınız. Bir de ya yaşınız ya da mezhebiniz uygun olacak. Ölümün her bir çeşidini şu veya bu nedenlerle yaşadığımız ve giderek de kanıksadığımız bir ortamda barış ve kardeşlik sözcüklerinin ne anlamı olabilir ki?
Öte yandan bayramlar kardeşliğin pekiştiği, küslüğün bittiği günler olarak da algılanır. Örgütlenme bilincinden yoksun kimi toplumlarda, aile ölçeğinde de olsa bir araya gelmenin mutluluğu yaşanır. Gerçekten de öyle midir? Bu sorunun yanıtını bulmak için tatil yörelerindeki aşırı yoğunluğa bakmak yeterlidir sanırım.
Bayram günleri köşe yazısı yazmak bir dert oluyor... Memleketin hali, tüm coğrafyanın acısı ortadayken, ne bayramlardan söz etmek, ne de onsuz bir şeyler söylemek mümkün olabiliyor. Kısacası bayramları bayram tadında bile pek yaşayamıyoruz. Tedirgin, üzgün, acılı, kırgın, kızgın, umutla umutsuzluğun o belirsiz çizgisindeyiz...
Bayram günleri ne yazılır diye yalnızca biz düşünmüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda genç bir hamım radyo muhabiri de benzer sıkıntıyı yaşadığı için, alışılmışın dışına taşarak elinde mikrofonla düşkünler evinin yolunu tutmuş. Önüne ilk çıkan, tanımadığı yaşlı adama -o adam ki bir zamanlar Türk sinemasının kızını yoksul ama sevdalı gençlere vermek için onların aşkını para ile satan fabrikatör rollerinin değişmez oyuncusudur- mikrofonu uzatıp, “Bugün bayram, sizin için hangi parçayı çalalım” deyiveriyor...
Yaşlı adam bir süre hem muhabir kıza, hem de elindeki mikrofona bakıyor... Sonra da biraz isteksiz, dilediği parçayı söylüyor...
Ve bir süre sonra düşkünlerevinde, genç radyo muhabiri tarafından tanınmayan, -yaş itibariyle de tanınması pek güç- yaşlı adamın istediği parça radyoda yankılanıyor: “... Ne oldu bize...”