27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bebek katili bir anne

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Yolu festivallere de düşmesine, geçen haziran ayında ticari gösterime girmesine rağmen fırsat bulamayıp seyredemediğim ama merak ettiğim bir filmdi “Saint Omer”. Belgesel sinemadan gelen yönetmen Alice Diop, tıpkı geçen hafta bu köşede söz ettiğim “Bir Düşüşün Anatomisi” gibi, Fransız adalet sisteminden manzaralar sunan bir hukuk dramasına imza atmış, ilk öykülü filminde. Mubi platformunda gösterilmekte olan “Saint Omer”i hukuk-yargılama filmlerinden hoşlananlara peşinen önerdiğimi ve senaryonun hukuk temasının dışında başka alanlara da girdiğini not düşeyim.

Öykünün belli başlı ilk kişisi, Rama adlı siyahi bir kadın yazar. Beyaz bir Fransızla evli ve filmin ilerleyen bölümlerinde dört aylık hamile olduğunu öğreniyoruz. Adını bir Fransız semtinden alan “Saint Omer”in asıl odaklandığı karakter ise 15 aylık kızını bir plajda dalgalara terk ederek öldüren Senegal göçmeni bir öğrenci olan LaurenceColy. Çocuğun babası, yaşlı bir beyaz Fransız. Rama, Coly’nin duruşmalarını izliyor, niyeti yeni bir kitap yazmak ama ayrıntılı sorgular boyunca ve tanıklar dinlendikçe, kendi yaşamıyla ilgili bazı paralellikler de ortaya çıkıyor. Bir anne adayı olan, “annesi gibi olmaktan korkan” Rama’nın, Coly ile görünmez ilişkisi, yalnızca mahkeme salonuna yayılı merak duygusunun çok ötesine geçiyor.

MİTOLOJİDEN GÜNÜMÜZE

“Saint Omer”, yüzde 80’i mahkeme salonunda geçen, Coly’nin yargıcın, savcının ve avukatının yönelttiği sorulara verdiği yanıtlardan oluşan, durağan bir yapıya sahip ama alttan altta gerilim duygusunun da eksik olmadığı bir film. Yargılanan genç kadının suçunu inkâr etmemesi, işi Hollywood usulü mahkeme filmlerinden ayıran başlıca etken. Ortaya sürpriz tanıklar da çıkmıyor ya da seyircinin duygularıyla oynayacak müdahaleler yapılmıyor. Gerçi Coly’nin avukatının son konuşması, özellikle annelik olgusu üzerine vurguları, tıpkı salondaki dinleyiciler gibi biz seyircilerin de mendillerini ıslatabilecek niteliğe sahip ama asıl olarak karmaşık duyguların filmi. Coly bebeğini bencil bir cani olduğu için mi öldürdü, onu hayatın geri kalanından korumak için mi, delirdiğinden mi… Senegal kültüründe baskın olan büyünün mü etkisindeydi, mitolojik kahraman, çocuk katili Medea’nın mı…

Kültürel sorgulamalara dönüşen, kadın yargıcın kendini kimi zaman psikiyatr yerine koyduğu ve adeta Coly’nin bilinçaltına inmeye çalıştığı, pek seyirlik zevk barındırmasa da, avukat hanımın söylediği gibi “Bir annenin çocuğunu da beraberinde götürdüğü trajik bir cehennem yolculuğunun” öyküsü var karşımızda. Erkek savcı bir sahnede Coly’e kızarak “Bayan Coly, tiyatro sahnesinde değilsiniz, burası mahkeme salonu” diyorsa da “Saint Omer” filme alınmış tiyatro oyunlarını andırıyor daha çok.

ANTİ-SİNEMA ÖRNEĞİ Mİ?

Yazar Rama’nın yönetmen Alice Diop’u temsil ettiği film, seyirciyi de eleştirmenleri de ikiye bölmüş durumda. 2023 Oscar ödülleri için Fransa’nın adayı olan, Venedik Film Festivali’nde ve Cesar’da en iyi ilk film ödülü kazanan “Saint Omer”i bir anti-sinema örneği olarak kabul edenlerin sayısı hiç de az değil. Karakterlerinin çoğu kadın olan, erkekleri ikiye ayırarak ya Coly’nin birlikte yaşadığı yaşlı Fransız gibi korkak bir ilgisiz ya da Rama’nın kocası gibi müşfik bir ruh olarak çizen film, sabırlı izleyiciler için fena bir seçenek değil. Öte yandan tamamına yakını kapalı mekanda gelişen bir film olması nedeniyle de canı sıkılacak olanlara da hak vermemek elde değil. Özellikle pek çok kadın seyircinin sıkı bağlar kuracağına ise hiç kuşkum yok.

mitoloji Sinema