29 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

'Ben bunu hak ettim mi?'

Hidayet Karakuş

Hidayet Karakuş

Eski Yazar

A+ A-

“… Çamlıkdüzü’nde en büyük binalardan birine başlamak üzereydik. 50 binalık projenin uygulanacağı alanın çevre kazıkları çakılmıştı. Şimdi, yolları kesinlikle saptamak; bunlara göre binaların yerlerini bulmak ve ilk başlayacağımız binanın yerini doğru olarak belirlemek gerekiyordu. Bu iş, yanlış yapılırsa bütün proje bozulabilirdi. Flamalar, şerit metre, eşit yükseklikleri bulmak için iki ucuna iki cam boru takılmış içi su dolu uzun bir lastik borudan ibaret düzeç belli başlı araçlarımızdı. Ölçüp biçerek işe başladık. 3,4 ve 5 metrelik üç iple elde ettiğimiz dik üçgeni kullanarak yapacağımız binanın tam yerini ve köşelerini tekrar tekrar yaptığımız kontrollerle saptadık. Temelin köşelerini, beton kazıklar çakarak belirttik. Planda, denize göre zemin kotları, bunlara göre su basman yükseklikleri ve temel derinlikleri gösteriliyordu. Düzeç aracılığıyla binanın su basman yüksekliğini kesinlikle bulduktan sonra temel derinliklerine gösterge olacak bir beton kazığı Çamlıkdüzü’nün tam ortasına çaktık. Bu kazık, bütün proje için derinlik röperimiz (ölçmelere esas olan işaret) olacaktı.

Bu işler yapılırken, enstitü öğrencileriyle beraber, güne kuramsal olarak bildiğimiz hesapları, paraleller bulma yollarını, Tales, Pisagor teoremlerini, bileşik kaplar ve daha birçok geometri, matematik, fizik konularını tekrarlamamız, gerçek işte kullanmamız gerekiyordu. İnşaat alanına götürdüğümüz kara tahtada, uyguladığımız işlemlerin teorilerini, denklemlerinin çözümlerini, öğrencilerle birlikte yeniden öğrenmek ve öğretmek zorundaydık. Bilimin yeryüzüne inmesi bu demekti.

….

Temel betonunun dökülmeye başlanacağı gün bizim için bayram günü idi. Bir tören yapacaktık. O gece kimsenin gözüne uyku girmedi. İlk büyük planlı işe başlıyorduk. On kadar küçük bina yapmış, hepsini kolaylıkla bitirmiştik fakat bu onlara benzemiyordu. Törende, köylülerden, kasabalılardan misafirlerimiz olacaktı. Vakfıkebir’in bütün memurlarını davet etmiştik. Temel atmada konuşmalar yapılacak, bir öğrenci de konuşacaktı. Bunun için Raşit Özdemir’i seçmiştim. Onunla geç saatlere kadar beraberce konuşmasını hazırladık. Sonradan bütün enstitülerde bu konuşmanın son bölümü, konuşma korosu olarak kullanılmıştır.”

Bu anlatım, Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün kurulmasıyla görevli, İsmail Tonguç’un yakın çalışma arkadaşı Hürrem Arman’ın Piramidin Tabanı/Köy Enstitüleri ve Tonguç (*)kitabında yazıyor.

Ülkemizin aydınlanma yolunda Cumhuriyetle birlikte büyük bir yurtseverlik örneği olan Köy Enstitülerinden birinin kuruluşunu ayrıntılarıyla anlatıyor. 1940’lı yıllarda bin bir olanaksızlık içinde kendi araçlarını, okullarını, yatakhanelerini, yemekhanelerini, işliklerini yaparak; verilen toprakları işleyip İkinci Dünya Savaşı’nın yoklukları içinde büyük bir devrim gerçekleştiren köy çocuklarının insanüstü kahramanlığını anlatıyor Hürrem Arman.

Bugün eğitim dizgemizde üretimle ilgili ne var?

Çocuklarımız kendi ilgilerini, yeteneklerini keşfedemeden, okulları beş seçenekli sorular içinden seçtikleri yanıtlarla bitiriyor. Sonra, ellerinde hiçbir beceri, yaşama ilişkin hiçbir bilgi kazanmadan toplum içine fırlatılıyorlar tam anlamıyla. Hazır yiyici, tüketici, üstüne üstlük emeği, emekçiyi küçümseyici bir anlayışla hak etmeden yaşamak, hak etmeden ülkenin gönencinden pay almak istiyorlar. Onlara “Ben bunu hak ettim mi” duygusu verilmiyor. Bu duygu, gerçekte vicdanın en önemli duygusudur.

O gün, yani Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nün en büyük yapısının temelinin atıldığı gün konuşan öğrencinin bütün Köy Enstitülerinde bir anda korolarla okunan, köy çocuklarının andına dönüşen konuşmasının son bölümü, insanın tüylerini ürpertiyor:

“… Biz eli nasırlı, ayağı çarıklı, toprağın özünü tırnaklarıyla sökmesini ve icabında bu topraklar için ölmesini bilenlerin çocuklarıyız. Biz lafa, hayale ve işe yaramayan bilgiye gülüp, dudak büküp, kırık kazmasıyla dağları delmeyi bilenlerin çocuklarıyız. Biz, bütün zalim tabiat kuvvetleri karşısında bilgisizliğin, güçsüzlüğün ne demek olduğunu; kitaplardan, nutuklardan değil anamazın yaş akan gözünden, çaresizlikten ölen kardeşimizin yüzünden, pazara giden ineğimizin geri dönmeyişinden, soframızdaki ekmeğin eksilişinden öğrendik. Onun için tabiatın bütün yıldırıcı kuvvetlerine düşmanız. Bize düşman olanlarla harp ediyoruz, edeceğiz ve muhakkak yeneceğiz. Köylü doğduk, köycü olarak öleceğiz.”

Köy çocuklarının Tonguç’un öncülüğünde ülkeye, kendi geçmişlerine, insan gerçeğine sahip çıkışının öyküsüdür Köy Enstitüleri.

Bugün insana ilişkin hangi güzel duygu okullarımızda işleniyor? Hangi okulumuz, yirmi birinci yüzyılda üretime dönük, kendi geleceğini kendi elleriyle yaratan bireyler yetiştiriyor?

Okullarda sınavlarla sınanmış, başarısı en yüksek çocuklarımızın en büyük becerisi nedir? Beyinlerindeki hangi bilgiyi uygulayabiliyorlar? İnsanın doğa ile insanın insanla kavgasında hangi bilimsel, kültürel birikimleriyle baş edebilecekler?

Geçen gün bir bakan “Daha çok İmam Hatip açacağız” dedi. Ne üretiyor bu okullar? Üretimle ilgili hangi programları var?

“Biz lafa, hayale ve işe yaramayan bilgiye gülüp, dudak büküp, kırık kazmasıyla dağları delmesini bilenlerin çocukları” olmak zorunda değil miyiz? Çağcıl gerçeklerle, çağcıl bilimin verilerini ülkemizin yücelmesi için korkusuzca, büyük bir sevgiyle uygulamaya ne zaman başlayacağız?

Büyük Atatürk’ün “Yaşamda tek yol gösterici bilimdir, fendir” sözünü ne zaman yaşama geçireceğiz? Hürrem Arman’ın deyişiyle “Bilimi yeryüzüne ne zaman indireceğiz?”

Bilimin olmadığı, bilimsel düşüncenin beyinlere işlemediği yerde safsatalar, hurafeler, denenemeyen, sınanamayan inançlar, şarlatanların elinde toplumu zehirlemeyi sürdürür.

Okullarımız insana ilişkin, ülkeye ilişkin yüce duygularla,

ülkülerle yoğrulmuş insan yetiştirmeli. Hazır yiyici, başkalarının ürettiğini tüketen, toplumsal yaşama hiçbir değer katmayan bireylerin yaşamaya hakları yoktur. Tarih de, doğa da, bilim de bunu söylüyor.

Eğitim dizgemiz üretime dönük bilimsel, demokratik bir örgütlenmeyle yeniden kurulmalıdır. Yoksa bilim dışı inancının tutsaklığıyla teröre, şiddete koşan insanlar, cennet hayaliyle geleceğimizi karartmak için ülkeye yaşama hakkı tanımayacaktır.

(*) Piramidin Tabanı/Köy Enstitüleri ve Tonguç-Hürrem Arman, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 2016, İzmir