‘Ben Kemal… Geliyorum...’
Başlık sizi yanıltmasın... Politik bir konuya değinmeyeceğim. Yalnızca; Yeşilçam’ın geçmişteki bir yapıtından alıntılanarak politikanın güncel malzemesi haline getirilen repliğin değerlendirmesiyle, kimi sinema yazarları tarafından yorumlanmasından söz edeceğim.
Günümüzün politik arenasında popüler hale getirilen bu repliğin kökeni; bilindiği gibi yönetmen Natuk Baytan’ın Erdoğan Tünaş’ın senaryosundan yola çıkarak Cüneyt Arkın’ın başrolünü oynadığı 1976 tarihli “Hınç” filmine dayanıyor. Film, döneminde de sinemasal özelliklerinden çok, şiddetin uygulanış biçimi ve diyolog/monologlarıyla dikkati çekmişti.
“Ben Kemal... Geliyorum” repliğinin yer aldığı Hınç filminin konusuna gelince, Yeşilçam’ın yıllardır yinelediği, bildik, tanıdık bir öykü: Filmde, kader kurbanı olan bir polis memurunun yozlaşmış düzenle hesaplaşması anlatılıyor. Kemal, İstanbul’da görev yapan bir polis memurudur. Namus düşkünlüğü ile şöhret yapmıştır. Bunu bilen suçlular, Kemal’in eline düşmekten çekinmektedir. Ailesiyle birlikte yaşayan genç adam, kız kardeşinin mütevazı hayatlarını beğenmediğinin farkındadır. Yaşlı anne babası, sorumluluklarını ona devretmiş gibidir. Bir gün karakola gelen bir ihbar üzerine baskına gider. Kız kardeşini bir fuhuş partisinde suçüstü yakalar. Onu ve beraber olduğu adamı öldürür. Tek cezası hapse girmek değildir. Yaşlı babası, kardeş katili olan Kemal’i evlatlıktan reddetmiştir. Artık onu hayatta tutan şey hıncıdır. Ve Kemal bu hıncını kendine özgü bir yöntemle hasımlarına “Ben Kemal… Geliyorum” diye telefon ederek tek tek almaya başlar.
Sinema yazarı Masis Üşümez, filmi ve filmdeki repliği ilk keşfedip yazanlardan birisidir. 2012 tarihinde bu film üzerine yazdığı yazısında filmden ve replikten şöyle söz eder:
“ …Ancak asıl bomba etkisi filmin son otuz dakikasında veriliyor. Artık Kemal’in iplerini tamamen salarak önce kardeşini öldürmesine vesile olan mafya elemanına daha sonra iş yerinde arkadaşının ölümüne neden olanlara ve en son da asıl büyük mafya babasına karşı verdiği mücadeleyi izliyoruz... Özellikle bu otuz dakikayı filmden ayrı değerlendirmek lazım. Ölüm kurgularını en beğendiğim filmlerden olan Omen’deki ölüm sahnelerinden bile daha kanlı, daha düşünülmüş ilginç öldürme senaryoları ardı ardına gelirken, Kemal’in her olay yerine gitmeden suçluları arayıp “Ben Kemal… Geliyorum” diyerek psikolojik savaşı baştan kazanması, her ölümden sonra bıyıklarını bürmesi, kendisine ayak öptürenlere tek tek öldürmeden önce ayağını öptürmesi hatta hıncını alamayarak “ayaklarımı öp, yala!” diyerek düşmanını küçük düşürmesi gibi pek sinemamızda rastlanmayan tekrarlara giderek karakter yaratma süreci oldukça iyi işlemiş.
Sonuç olarak Hınç günümüz polisiyeleriyle bile aşık atabilecek çok farklı, düşündürücü, hakkettiği yere gelmemiş bir intikam şöleni. Dünya sineması için bile örneğine az rastlanacak iyi bir aksiyon deneme ...“
Bir diğer sinema yazarı Murat Tolga Şen ise filmi şöyle değerlendirmiş: “Hınç yapı itibariyle aşırı ahlakçı ve gelenekçi bir film. Komiserimiz genelevinde bastığı bir kıza “neden kaçtın?” sorusuna aldığı “başlık parası yüzünden, beni yaşlı bir adama sattı babam” cevabı üzerine “al bu parayı köyüne dön. Bin adama satılmaktansa bir adama satılmak iyidir!” diyebiliyor. Aynı ahlak duygularıyla hareket eden yeni bir Türk macera sinemasının çok fazla bilet satacağını düşünüyorum ama henüz bunu keşfedebilmiş bir yönetmen yok...”
Döneminde, önemsenmeyerek, ya da gözden kaçırılarak birçok sinema eleştirmeni tarafından ıskalanmış bir filmin, bir repliğinin, günümüzde sinema tarihçiler tarafından değil de politikacılar tarafından keşfedilerek değerlendirilmesine sevinmek mi, yoksa üzülmek mi gerekir, orasını pek kestiremiyorum. Ancak; unutulmuş bir Yeşilçam filminin böylesine bir replikle politik ortamın malzemesi haline getirilerek değerlendirilip anımsatılması hoş bir sürpriz…
Bir diğer sürpriz ise; bu repliğe verilen yanıtın da –bay bay Kemal ile- yine sinemamızdan seçilmiş olması...