Bilgi ve belgeyle uğraşmanın zorluğu
Geçmiş zaman… Çok değil 90’lı yılların sonu… Doğan Yayın Grubu olarak ünlü GEO dergisinin Türkiye haklarını almak için anlaşmalara girişmiştik. Bu anlaşmalar gereği derginin Türkçe “0” sayısının çalışmalarına başladık. Önce İstanbul, Ankara ve de İzmir’de bu işe yatkın gördüğümüz profesyonel fotoğrafçı ve yazarlarla toplantılar yaptık. O sıralar, yanılmıyorsam Rusya ve Japonya da aynı derginin “0” sayılarını hazırlıyordu. Bir bakıma yarış içindeydik. Çünkü o yıl yalnızca bir ülke bu dergiyi çıkarma hakkına sahip olacaktı.
Ünlü derginin Türkçe yayınlanacak “0” sayısının konularından biri de sünnet idi. Bu konu için beş arkadaşımızı uzun süreliğine Anadolu’ya göndermiş ve yalnızca bu konuda üç bine yakın dia çekmiştik. Ayrıca sünnetin tarihine ilişkin bir ek yazı için de minyatürlerin peşine düşmüştük. Bu konuda kapısını çalacağımız ilk yerlerden biri de herkesin tahmin edeceği bir müzemiz oldu. Ne var ki bu kapı çalınışta –her zaman olduğu gibi- ve bilinen nedenlerle, ne sünnet tasvirlerini içeren minyatürlerin çekimine izin verildi, ne de daha önceden çekilmiş olanlardan bir örnek gösterildi. Yani bu müzeden elimiz boş döndük. Ama müzeye başvurumuzdan bir gün sonra dergimize (Milliyet Yayınları) telefon eden bir kişi, ihtiyacımız olan sünnet minyatürlerine ait diaların belirli bir ücret karşılığında verileceğini belirtti. Sonunda anlaşıp aldık ve çıkardığımız “0” sayıda kullandık…
Minyatürlerin dialarını oldukça yüksek bir ücrete satan kişi, bizim bunlara gereksinim duyduğumuzu nereden öğrendiğini tüm ısrarlarımıza rağmen söylemedi. Gerçi söylemesine de pek gerek yoktu. Çünkü bunu bir biz, bir de müzenin o dönemdeki en üst yetkilisi biliyordu.
Ne yazık bizde işler böyle yürüyor… Her hangi bir çalışmada, herhangi bir görsele ya da belgeye gereksinim duyduğunuzda müzelerden ve de bu belgeye sahip olan çoğu kütüphane ve arşivden aldığınız yanıt hep aynı oluyor, kısacası bu konu üzerinde biz de çalışıyoruz diye kibarca reddediliyor. Ama o yapacaklarını iddia ettikleri kitap da yıllar yılı hiç gerçekleşmiyor. Çünkü amaç kitap yapmak değil, istenilen belgeyi vermemektir.
Örneğin günlük gazete koleksiyonlarının da olduğu bir kütüphanede, sırf gazeteler yıpranmasın diye fotokopi ücretleri, bırakın öğrenciyi bir yana, bir araştırmacının bile vermekte zorlanacağı bir düzeyde tutuluyor. Yani kibarca burada fotokopi çekmeyin deniliyor.
Yine, İstanbul’un en saygın kütüphanelerinin birinde, ilgi duyduğunuz bir kitabın ancak on sayfasının fotokopisini çekmesine izin veriliyor. 11’ci sayfaya izin yok. Ya her gün on sayfa çekmek için o kütüphanenin yolunu tutacaksanız, ya da çekeceğiniz her on sayfa için bir adam bulup topluca oraya gideceksiniz… Nitekim de öyle oluyor… Amaç; hizmet değil de eziyet…
Ayrıca bir araştırmacının İstanbul’daki birçok kütüphanede yer bulması da asla mümkün değildir. Her kütüphane sabahın erken saatinden akşamın geç saatine kadar tıka basa dolu. Dünyanın hiçbir ülkesinde benzerine rastlanmayacak bir doluluk oranı bu. Haftanın yedi günü iğne atsanız yere düşmeyecek orandaki bu doluluğun nedeni ise, araştırma yapmak, istenilen bilgi belgeyi bulmak değil, aksine test çözmek. İstisnasız herkes, ama herkes harıl harıl test çözüyor, raflardaki kitaplardan birine bakan bile yok. Gerçi onlar da bir kütüphanenin gereksinim duyacağı kitaplardan çok, her birine aynı merkezden gönderilen dekor, dolgu, göstermelik kitaplar. Yani bu tür kütüphanelerin tümüne yakını bildiğimiz kütüphane değil aksine birer seminer mekanları. Herkes memnun; kütüphaneyi yapan yapan ilgiden, gelen ise kışın sıcak, yazın ise serin bir ders çalışma mekanı bulmaktan…
Üniversite kütüphaneleri ise çok azı haricinde tam anlamıyla göstermelik. Buralarda nitelikten çok nicelikle görece bir büyüklük peşinde koşuluyor. Yöneticiler de öğrenciler de bunun farkında. Laf olsun diye oluşturulmuş gereksiz ve de işlevsiz mekanlar… Seminer kitaplıklarına sahip olan üniversitelerimiz ise, ne yazık ki çok az sayıda…
Keşke birileri kütüphanelerin yalnızca görkemli ve de gösterişli yapılardan ibaret değil de, değerinin içindeki kitapların nitelik ve de niceliklerinde olduğu gerçeğini kavrayabilse…
Kim bilir belki bir gün o da olur…