Bilim, Fransız Devrimi ve bugün
Kimileri, “bilim”i Bilimsel Devrim’le başlatır. Bugün benimsediğimiz çağdaş bilim kavramının oluşumunu önceleyen dönemde “bilim”den söz edilemeyeceğini öne sürerler. Çağdaş bilim kavramının, insanlığın bilgi edinme sürecinde çok önemli bir sıçramayı yansıttığına kuşku yoktur. Bu sıçramanın “devrim” olarak adlandırılması da, “geçmişten köklü bir kopuşu” ifade etmesi nedeniyledir. Ama her köklü kopuş gibi Bilimsel Devrim de, geçmişin yadsınması kadar, geçmişin birikimi üstünde yükselmiş ve o birikim sayesinde olanaklı hale gelmiştir.
BOHR VE HEİSENBERG
Ünlü fizikçi Bohr ile onun öğrencisi olan Heisenberg arasında geçen son derece öğretici bir konuşma vardır. Bohr ve Heisenberg, İsviçre’de kayak yaparlarken, tipiden korunmak için sığındıkları barakada su bulurlar. Ama baraka son derece bakımsızdır. Kirli bir bardakla kirli bir bez vardır. Kirli bezle kirli bardağı silerek pırıl pırıl yapan Bohr, Heisenberg’e “bak” der, “bizim fizikte yaptığımız iş de aynen buna benziyor”. “Pis bir problemi çözmek için pis bir yöntem uyguluyor, nihayetinde pırıl pırıl bir sonuç elde ediyoruz.”
BİLİMDE VE TOPLUMSAL İLERLEMEDE KOLAYCILIK TARİH DIŞIDIR
Bilimde de, toplumsal ilerlemede de, yalnızca ortaya çıkan pırıl pırıl sonuçlara bakıp, onların ardındaki “kirli, zahmetli ve dolambaçlı” süreçleri göz ardı etmek, tarih dışı bir bakışı yansıtır. Bilimin bulguları, bilinmezliğin karmaşıklığı içinde bin bir zahmetle elde edilir. Bu süreç içinde yanlışlar yapılır, dolambaçlı yollar izlenir, umut ve karamsarlık iç içe geçer. İşin nihayetinde elde edilen “temiz sonuçlar”, bu zahmetli geçmişin üstünü örter. Bugün durulaşmış olduğu için başkalarına birkaç saatte kolaylıkla aktarılabilen bilimsel bir sonucun ardında devasa ve kolektif bir insangücü yatar.
Tarihte de, kolay yol yoktur. İnsanlığın büyük bedeller ödemeden gerçekleştirdiği herhangi bir devrim mevcut değildir. Devrim bir kez gerçekleştikten sonra, geriye bakıp “hayatı kirlerinden arındırarak, kolay ve toplumsal maliyeti çok daha düşük devrim yolları” keşfetmekle yetinmek, hayatın önünü açan değil, tıkayan bir yaklaşımdır. Çünkü insanlığın ufkunu, yalnızca “kolay yoldan” elde edilebilecek sonuçlarla sınırlar.
1989’da Fransız Devrimi’nin 200. yıldönümünde Fransa’da kurulan temsili bir “halk mahkemesi”nde yapılan yargılamada 16. Louis ve Marie Antoinette “aklandı”. Diğer bir deyişle Fransız Devrimi ve giyotin mahkum edildi. Ama 1789 Devrimi bu aklamayı yapsaydı, ne Fransız Devrimi ne de Fransa olurdu. Bugün insanlık birçok ülkede idamın yasaklandığı bir düzeye ulaştıysa, bunu, Fransız Devrimine ve bu devrimin yolunu açtığı 20. yüzyıl devrimlerine borçluyuz.
DEVRİMİN BEDELİNİ AZALTMANIN YOLU ÖRGÜTLÜ ÖNDERLİKTİR
Devrimin bedel gerektiren bir süreç olması, kuşkusuz “bu bedel ne kadar büyük olursa, devrim o kadar şanlı olur” çıkarımını beraberinde getirmez. Tarihten, bu toplumsal bedeli azaltmanın yollarını bulmak için dersler çıkarmak, yine devrimin en önemli görevleri arasındadır. Bizim Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyet Devrimimizin toplumsal bedeli görece az olmuşsa, bu, devrimin bir zaafı değil, önemli bir başarısıdır. Bu başarının ardında yatan, parti ve devlet örgütlenmesini gerçekleştiren merkezi bir önderliğin varlığıdır. Fransız Devrimi’nin “kendi çocuklarını yemesi”nin temel nedeni ise, program ve örgüte sahip birleşik bir önderlikten yoksun oluşudur. Bu durumda program farklılıklarını gidermenin tek yolu, giyotinin çalıştırılması olarak görülmüştür.
İKİ YAŞAMSAL DERS
Bu çözümlemeden Türk Devrimi için çıkarılması gereken iki yaşamsal ders söz konusudur. Birincisi, kolay ve zahmetsiz bir devrimin olanaksızlığıdır. “Kestirme yollar”ın hepsi, ülkeyi devrimden uzaklaştırır. İkincisi de, ülkeyi yeniden Atatürk Devrimi yoluna sokmanın toplumsal bedelini en aza indirmenin anahtarı, doğru programa sahip bir örgütlü önderliktedir. Böyle bir programa, iradeye, imkân ve kabiliyete sahip örgüt, Vatan Partisi’dir.