Bilim ve ülke adına utanç verici bir durum
Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen ve 20 Kasım’ı izleyen on gün içinde uygulanmasına başlanacak olan hapis cezası, ülkemiz ve bilim adına utanç vericidir. Kendini bilime, ülkesine ve insanlığın ilerlemesine adamış bir insan, uğradığı bütün haksızlıklara karşın ve her koşul altında, bu ülküler doğrul- tusundaki uğraşını sürdürür. Onun için bu “ceza” Rennan Hocamızı eksiltmez, tam tersine çoğaltır. Esas karşı çıkılması gereken, bu haksızlığı tertipleyenlerin, uygulanmasına alet olanların, tertibi açığa çıkarma olanağı varken sessiz kalanların, haksızlığa uğrayana sahip çıkmayanların bilim ve ülke adına yol açtıkları utanç verici durumdur.
YALIN GERÇEK
Prof. Dr. Pekünlü, 16 Mayıs 2012 tarihinde görev yaptığı Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nde, “dekanlığın binaya türbanla girmenin yasak olduğuna ilişkin bildirimi”nin asılı olduğu bir binaya yönelik üniversite dışından kişiler tarafından yönlendirilen bir “türban yasağını delme tertibi”ne tanık olmuştur. Bu tertip karşısında sessiz kalmamış, üniversitenin Anayasa ve yasalar doğrultusunda koymuş olduğu kuralların kendisine yüklediği görevi yerine getirmiştir. Türbanlı öğrencileri mevcut kural konusunda bilgilendirerek uyarmış, uyarısını tutanağa bağlamış ve üniversite dışından gelerek tertibi yönetenleri çektiği fotoğraflarla belgelemiştir. Daha sonra da tutanak ve ilgili belgeleri başka herhangi bir yere değil, üniversite yönetimine iletmiştir.
Burada ne “bazı öğrencilerin derse girmelerine engel olma”, ne de “izinsiz fotoğraf çekerek özel hayatın gizliliğini ihlal etme” söz konusudur. Yalın gerçek budur. Yalın olmayan, herkesin gözü önünde ve üniversite yönetiminin bilgilendirilmesiyle cereyan eden bu gerçeğin nasıl olup da, yargı sürecinde “saptanamamış olduğu”dur. Oysa bilimin ve yargının en önemli ortak paydası, “gerçeği ortaya çıkarmak zorunda olmaları”dır.
ÜNİVERSİTE VE BİLİM TOPLULUĞUMUZ İÇİN BİR SINAV
Bilim insanının önünde eğileceği tek şey, hakikattir. Gerçeği görmezden gelmek ya da gerçeği rüzgarın estiği yönde eğip bükmek geçerli bir yöntem sayılsaydı, bilim, insanlığın önünde yeni ufuklar açmış olan buluşlarından hiçbirini gerçekleştiremezdi. Pekünlü Olayı, üniversite ve bilim topluluğumuz için bir sınavdır. Ölçüt, seçimin “bilimi savunmak”tan yana mı, yoksa “bilimi yadsımak”tan yana mı kullanılacağıdır. Bilimi üretmek, öğretmek ve uygulamakla görevli üniversitelerimizin, kendilerine bilim dışında bir yol gösterici seçme hakları yoktur. “Demokrasi”adına “gerçek” ile “gerçek olmayan”a eşit muamele yapılamaz.
Üniversite inançların değil, bilimin özgürce yaşanacağı yerdir. Aklın esir alındığı, mutlak itaate dayanan bir sistemde bilim yapılamayacağı gibi, inanç özgürlüğünden de söz edilemez. İnanç özgürlüğünün yaşanabileceği tek yer kişisel vicdanlardır. Toplum düzeninin dinden kaynaklanan kurallarla belirlendiği bir sistemde ne akıllar, ne de inançlar özgürleşir. Gerçek inanç özgürlüğü, ancak bireyin inancını kendi vicdanına ve kendi seçimine bırakan lâiklikle olanaklı hale gelebilir.
KESİLEN ‘CEZA’ ATATÜRK DEVRİMİNEDİR
Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün tutumu, bilim insanı sorumluluğu ile hareket ederek, öğrencilerin haklarını çiğnemek bir yana, onların hak kaybına uğramalarını engelleme amacıyla Anayasa’yı uygulamaktan ibaret olmuştur. Bir hukuk devletinde, ne Cumhurbaşkanı’nın, ne Başbakan’ın, ne YÖK Başkanı’nın ne de başka herhangi bir kimsenin “Üniversitelere türbanla girile” diye fetva verme yetkisi yoktur. Anayasa’ya aykırı olarak dayatılan fetvalar, “Anayasa’yı çiğneme” ve başkalarını “Anayasa’yı çiğnemeye zorlama” suçunu oluşturur. Bir iktidarın, anayasayı değiştiremediği halde, anayasa sanki istediği doğrultuda değişmiş gibi davranması, onu bir “Anayasayı Çiğneme Örgütü” haline getirir.
Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen ceza, onun şahsında bilime, aydınlanmaya, lâikliğe, özetle Atatürk Devrimine kesilmiş bir cezadır. Onunla dayanışma halinde bu “ceza”ya karşı ayağa kalkmak, bütün yurttaşlarımızın, ama en başta da üniversite ve bilim topluluğumuzun yaşamsal bir görevidir.