Bilinç ve sahte bilinç
Kimi zaman zihnimizde bir kıvılcım çakar ve her şey aniden “apaçık bir görünüm”e kavuşur.
Zihnimizdeki tortuları adeta yıkadığını duyumsadığımız bu süreç, gerçekliğin algılanmasındaki bir
sıçramadan kaynaklanabileceği gibi, derin bir yanılsamayı da yansıtıyor olabilir. Birinci durum, bilince;
ikincisiyse sahte bilince karşılık gelir. Sahte bilinç toplumsal mühendisliğin konusunu oluştururken,
bilinç, olguların ardında yatan nedensellik ilişkilerini daha derinden kavramamızı sağlar. Her iki süreç
açısından da vazgeçilmez olan ortak iki bileşen vardır. Biri, “toplumsal zihnin kıvamı”dır. Bu kıvam,
sürecin sonunda “apaçık görülen”i kolektif olarak ulaşılabilir hale getirmek için gereklidir. İkinci ortak
bileşen ise “çakan kıvılcım”dır. Süreç, pratikte herkesin gözü önünde cereyan eden sarsıcı toplumsal
olaylar tarafından tetiklenir.
Toplumsal mühendislikte kolektif zihin “ideolojik sahtecilik”le kıvama getirilir. Tetikleme
işlevini görecek toplumsal olaylar tasarımlanarak sahneye konur. Gerçek bilinç sıçramasına yol açan
tetikleyici olaylar ise toplumun nesnel zorunluluklarından kaynaklanır. Zaman ve yerini önceden
bilmek olanaklı olmasa da, bunlar kökenlerinin nesnelliği nedeniyle kaçınılmazdır. Ama toplumsal
zihin siyasal ve ideolojik mücadeleyle uygun bir kıvama ulaşmamışsa, o zaman bilinç sıçramasına yol
açacak kayda değer bir süreç oluşmaz. Bugün ülkemizde son derece yoğun bir bilinç – sahte bilinç
çatışması cereyan etmektedir.
'ILIMLI İSLÂM' YERİNE 'BATILALAŞMACILIK'
Bu çatışmayı şekillendiren etken, emperyalizme karşı tutumdur. Bugün ülkemizdeki “sahte
bilincin” kaynağında ABD’nin Türkiye’de “Ilımlı İslâm”ın arkasından çekilip kendisini
“Batılılaşmacılığın” ardına konuşlandırmış olması yatmaktadır. ABD’nin 1990’larda ilan ettiği Türkiye
Programı’nın özeti, “Kemalizm yerine Ilımlı İslâm”dı. Huntington’a göre “Batı ve İslâm Medeniyetleri
arasında bölünmüş” bir ülke olan Türkiye’nin İslâm’a yönelip (ABD adına) İslâm Dünyası’nın
liderliğine soyunması gerekmekteydi. Büyük Ortadoğu Projesi de, Batı Asya ve Kuzey Afrika’da milli
devletleri yıkıma uğratmanın “yerel toplumsal gücü” olarak “Ilımlı İslâmı temsil eden Müslüman
Kardeşler”e dayanmayı öngörmekteydi. Bu proje, karşılaştığı direniş sonucunda kendi hazırladığı
haritaya gömüldü.
Bugün Amerika bölgemizde “kara gücü” olarak PKK-PYD ile baş başa kalmıştır. Elinde son
kalanı da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ABD, “Kemalizm yerine Ilımlı İslâm”dan “Kemalizm
yerine Batılılaşmacılık” formülüne dönmüştür. Bu değişime hız veren etken, Türkiye’nin Suriye’nin
kuzeyinde ABD-İsrail Koridoruna askeri müdahaleyle engel olması, PKK’ya karşı kararlı bir mücadele
yürütmesi ve bu süreçte Rusya ve İran’la işbirliğine yönelmesidir. Denklem, “Batılılaşarak Batı’nın
teveccühünü kazanan bir Türkiye mi, yoksa işbirliği yaptığı ülkeler gibi bir Ortadoğu ülkesine dönüşen
Türkiye mi?” biçiminde kurulmuştur. O zaman Batılılaşan Türkiye’nin PKK-PYD’ye de HDP aracılığıyla
Batılılar gibi “uygar” bir tutum takınacağı sanılmaktadır.
DİYARBAKIR ANNELERİNİN DİRENİŞİ
Türk milletinin içinde yaşayarak ona güç veren Atatürk, bugün hâlâ Amerika’nın baş
düşmanıdır. O’nu etkisizleştirmenin yolu olarak, Atatürk’ü Batılılaşma ile özdeşleştiren sahte bilincin
dayatılması seçilmiştir. Sahte bilincin gerçek bilinçten en önemli farkı, pratik karşısındaki
dayanıksızlığıdır.
Diyarbakır annelerinin direnişi, “Türk de biziz, Kürt de biziz. Hepimiz Türk milletiyiz” deyişinin
yaşama geçmesidir. Ülkemizdeki saflaşmada bir mihenk taşı işlevi gören bu direniş, sahte bilincin üstünü kapatmaya çalışan örtünün yırtıp atılmasında binlerce sayfa yazıdan daha etkili bir rol
oynamaya adaydır.