Bir aile olabilmek ve Münir Özkul…
Usta sanatçı Münir Özkul’u kaybettik ve ülkede farklı siyasi fikirlerden, sınıflardan, yaşlardan insan üzüntüsünü yaptığı paylaşımlarla dile getiriyor. Bütün farklılıklar tek bir hüzünde birleşiyor. Bu acının ardından bugünün sanatçılarının kendilerine sorması gereken bir soru beliriyor: Nasıl oluyor da bir sanatçı yıllardır röportaj vermeden, artistik pozlarla gazete sayfalarını süslemeden, “pr” çalışmaları yapmadan koca bir ülkenin yüreği olabiliyor? Bu tablodan bugünün sanatçısının payına düşen şey bu soruyu yanıtlamaktır. Bu soru Münir Özkul’un ölümüyle sorulur ancak cevap onun yaşamında saklıdır.
Özkul tiyatro geleneğinden gelse de halkın onu tanıması daha çok sinema sayesinde olur. Onun hafızalarımızda yer eden filmlerinin çekildiği 70’ler, toplumsal yaşayışın film setlerine de yansıdığı dönemdir. Kalabalık aile yaşantısının, sınıfsal çatışmaların, iyilik ve kötülüğün iç içe geçtiği, birliğin ve dayanışmanın da yıllarıdır 70’ler. Münir Özkul bu filmlerde hep iyi ve erdemli olanın yanında ya da bunu temsil eden en önemli roldedir.
Yeşilçamın unutulmaz filmlerinden “Seven Ne Yapmaz”da zengin kız tarafından gururu ile oynanan “çalgıcı” arkadaşının yükselme ve “zengin takımına ders verme” serüveninde yanında en büyük destekçidir Özkul. “Tatlı Dillim” filminde ise zengin ve uçarı basketbolcu tarafından gönlü çalınan ve terkedilen köy öğretmeninin bu “züppeye” vereceği esaslı derste onunla İstanbul yollarına düşen köy muhtarıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Münir Özkul’u var eden şey başroller değildir. Ancak baştaki erdemli kişiyi besleyen “güvenilir dost” olmasa film eksik olacaktır. Daha da ileri gidersek; Neşeli Günler, Bizim Aile, Aile Şerefi, Mavi Boncuk gibi toplumun hafızasında ve gönlünde taht kurmuş Münir Özkul filmlerine baktığımızda “başrol” de göremeyiz. Herkesin hikayesi neredeyse eşit güçte işlenir. Kimisi sürekli bozulan minibüsünü dert edinir, kimisi Fener maçını, kimisi evde kaldığına üzülür, kimisi kırılmaz bardaklarının kırıldığına… Ancak hepsinin hikayesi bir şekilde sofrada hep birlikte yemek yerken birleşir. Mavi Boncuk filminde masada Emel Sayın bile oturuyordur…
Münir Özkul bu tablonun içinde hep “birleştirici”, “aklıselim”, “vicdanlı” ve “sahiplenici” bir baba figürü çizer. Sanki Özkul’u oradan çıkarsak film afişindeki güleryüzlü aile tablosu içindeki kişiler birden yere düşeceklermiş gibi gelir. “Bizim Aile” filminde birbirine yabancı iki ailenin nasıl tek bir aile olabildiğini izleriz. Bütün nefretlerine, hırslarına, kıskançlıklarına yani çelişkilerine rağmen onları yok etmeye çalışan zengin fabrikatöre karşı nasıl tek yumruk olabildiklerini görürüz. Bu film adeta bir Türkiye resmidir. Çelişkilerimize rağmen bir aile olabilmek… Çünkü biliriz ki hayat sadece siyah ve beyaz değildir, kötü ve iyi, güzel ve çirkin kadar keskin ayrışmaz hiçbir şey… Yaşam grilerde, birbirimize değerek yaşadığımız bir yerdir. O yüzden gün gelir sofraya bir tabak da patronun kızı için konabilir…
Münir Özkul zaman zaman kadınlara küsmüş ve kuşlara sığınmış bir kuşbaz olarak çıkar karşımıza(Yuvasız Kuşlar), kimi zaman ölen çocuğunun ardından ağaçlara çocuk çıkarmayan ama daha sonra bir sokak çocuğunu evlat edinen “deli amca”(Hayat Sevince Güzel). Kimi zaman eski tamburi yeni mendilci İnce Rıfat (Hasret), kimi zaman müteahhite evini vermeyen ve mahalleyi koruyan Mesut Güler(Sev Kardeşim) olur. Pazarcı Derviş, arabacı Rıza, turşucu Kazım… hep odur. Halka, tabana inen, oradan eller üzerine alınan bir insandır Münir Özkul. Bu yüzden hep “yaşar usta”…