Bir çellist olarak yaşamak...
Gecenin geç bir vaktinde gelen iletiyi okurken, yazının sonuna gelmeden, nelerin olduğunu merak ederek haberlere baktım.
Çello sanatçısı Gülşah Erol’a reva görülen vandallığı hayatımızın neresine koyabileceğimizi düşündüm.
Dönüp onun bir parçasını, There Was a King’i dinledim önce. Ardından “Everything’s Gonna Be Alright”, “The misled”... Sonra “Çello Concerto”, Gabriel Fauré’dan “Elegie” yorumu...
Kadıköy iskelesi yakınında başına gelenlerin ayrıntısını okudukça; güvenliğimiz için resmî elbise giydirip silahlandırdığımız insanların ne denli yetersiz/vasıfsız olduğuna bir kez daha tanıklık ediyorduk aslında.
Buradaki yazılarımda sıklıkla eğitimden, toplumun giderek mesleksizleştirilerek vasatlığa/sıradanlığa nasıl sürüklendiğinden söz eder dururum.
Bundan epeyce bir zaman önce başıma/aracıma gelen bir olay nedeniyle, zorunlu olarak karakola gittim. Birkaç güvenlik erbabı “sorun”u savsaklayınca; Mecidiyeköy’de başlayan “adil olun” arayışı Çekmeköy’e kadar sürükledi beni.
Kapıda karşıma çıkan görevli polisin gayri ciddi biçimdeki: “Ne istiyon hemşehrim,” sözü irkilmeme yetti. İkinci cümlesinde ise; “Bizden bu kadar hemşehrim!”; ‘buradan adil bir şey çıkmaz,’ diyerek sorunu sineye çekerek ayrıldım.
Dokunsanız, bu ülkede güvenlik zafiyetinden ne çok örnek çıkar karşınıza şu an. Bunları çoğaltmanın da çok anlamı yok!
Sorun şu: İnsanımızı eğitemiyoruz, eğitilmiş insana/sanatçıya da saygı duymuyoruz. Dahası bir mesleğe saygı duymuyoruz. Herkes sevgisiz, özensiz; öfkeli, mecburiyetten yaşıyor, iş yapıyor sanırsınız. Taksi şoförü de öyle, polisimiz de öyle, garsonumuz da, minibüsçümüz de, pazarcımız da, sarı hafriyat kalyoncumuz da... Say say bitmez!
Ve bu ülkede siz çellistsiniz, Gülşah Erol gibi; piyanistsiniz Fazıl Say gibi, İdil Biret’siniz bir virtüöz olarak...
Ne yazar, sahi?!
Gidin dinleyin “Angaranın Bağları”nı.
Hadi anlatın bana, o iskeledeki olayın haklı nedenlerini. Gülşah Erol’u bilip bilmemeleri hiç önemli değil. Bu işi yapanlara ilkin insana nasıl davranmaları gerektiğini öğretmek gerekir.
O görevlilere o elbiseleri giydirip o mesleğin erbabı diye onları toplumun içine salanlar, size sormak istiyorum: İnsana insanca davranmayı meslektaşlarınıza ne zaman öğreteceksiniz? İnsanı eğitmeyi ne zaman öğreneceksiniz?
Dünyanın en hassas işini yapan insanları korkuluk bekçisi gibi kapı önlerine dikip, onlara üniforma giydirip silah vererek insanlara vandalca davranmalarını mı öğretiyorsunuz o güvenlik eğitimlerinizle?
Bugün Gülşah Erol’un başına gelenler yarın herhangi birimize de uzanabilir.
Ben, karakolda; “ne istiyon hemşehrim” diyen bir polis istemiyorum.
Güvenlik gerekçesiyle çantama ya da müzik aletimin kutusuna kabaca el atıp aşağılayıcı sözler söyleyen kapı bekçilerinizi istemiyorum. Yeter!
Elinizi çekin insanların yaşama özgürlüklerinden.
Vicdan ve ahlak bu kadar mı yerlerde sürünür oldu. Yoksa alanlara çıkıp Montesquieu’nün şu sözlerini bir kez daha haykırmamızı mı bekliyorsunuz bizden:
“Gerçek eşitlik zihniyetinin amacı, buyuracak kişileri ortadan kaldırmak değil, buyuracak kişilerin bizim eşitlerimiz olmasını sağlamaktır.”
Bu da ancak çağdaş eğitimle olabilecek bir şeydir. “İmam” zihniyetiyle asla değil.
Evet, bu ülkede çellist olarak yaşamak zor; ama galiba giderek sade/sadece insan olarak yaşamak da zorlaşacak.