28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 27°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir devlet nasıl yıkılır?

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

11 Aralık 2013, mevki CNN Türk, mekan Ahmet Hakan'ın Tarafsız Bölge programı.

Katılanlar: Kendi deyişiyle "İslam şeriatçısı" ve "Kürt milliyetçisi" ve BDP milletvekili Altan Tan, ne olduğu belli olmayan Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ve kendisiyle bir televizyon ekranında ilk kez müşerref olduğum, cemaat takımından ve Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Selim Savaş Genç.

Gördüğüm kadarıyla bu program en başarılı Tarafsız Bölge seyirliği idi. Çünkü katılımcıların karşısına geçip çemkirecek laik ve cumhuriyetçi bir muzir mahlûk bulunmuyordu. Kendileri çalıp kendileri söyleyip oynadılar.

Tartışılan konu ve alt başlıkları:

-Cemaat, devlet içinde devlet mi? Emniyeti ve yargıyı nasıl ele geçirdi?

-Gülen cemaatinin öteki cemaatlerden farkı ne?

-Cemaat/hükümet kavgası Müslümanlar tarafından nasıl karşılanıyor?

***

Allahları var, aralarında yabancı bulunmadığı için konuşmacılar pek harbî ve samimi idiler. Özellikle de Altan Tan. Memleketimizdeki tarikat (nakşibendî), cemaat (Nurcu ve Fethullahçı) ve örgüt (Milli Görüş) oluşumlarının çevirdiği fesatları pek güzel anlattı. Ben kendisini pek faideli ve pek başarılı buldum.

Aslına bakarsanız, programın üst başlığı "Bir devlet nasıl yıkılır?" olmalıydı. Ya da "Osmanlı Devleti tarikatlar ve dinci oluşumlar tarafından nasıl yıkılmıştı?" olabilirdi.

Ben, programın kıssasından böyle bir hisse çıkardım. Program internet üzerinde var. Merak edenlere tavsiye ederim.

"Bir devlet nasıl yıkılır?" temasını sadece bu televizyon programında değil, birçok haberde ve gazete yazılarında da hissettim. Ancak şu anda olanları Osmanlı Devleti'nin yıkılışı ile ilişkilendirene rastlamadım.

***

Adı Türkiye olan özne ya da nesneyi saran kirli sargı bezi açılınca altından kurtlanmış yara çıktı ve ortalığa çürümüş et ve irin (cerahat) kokusu yayıldı. Bu birinci tasvir ve benzetme.

İkincisi şöyle: Haramiler vurgundan sonra ganimet bölüşürken anlaşamamışlar, çıngar çıkmış.

Böyle işte! Haramilerin bölüşemediği ganimet Türkiye Cumhuriyeti... Kuruluşunda en küçük payları olmadığı için leş saydıkları varlığın üzerine saldıran sırtlanlar gibi.

Türkiye Cumhuriyeti binası ortaya çıkmasın diye, işgalcilerle, emperyalistlerle, saltanat ve halifelikle işbirliği yapmışlar, Kuvvayı Milliye'nin karşısına işbirlikçi ve halifeci mürteci çeteler halinde çıkmışlardı.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı testisinden artan suyla kurulmuştu. Kurulmuştu ama Osmanlıyı yıkan virüs ve bakterilerin neredeyse tamamı, artık suyla birlikte Cumhuriyet'in küçük testisine aktarılmıştı. Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti'nin Avrupa topraklarında kurulan devletler, halkları Müslüman olmadığı için, bu virüs ve bakterilere karşı bağışıklıydılar. Bu virüs ve bakterilerin ne denli tehlikeli olduğu günümüz Bosna'sında, Kosova'sında görülüyor ve Arnavutluk'ta da görülebilir.

***

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan R. T. Erdoğan ve de günümüz İslamî münevveranın mürşidi Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü adlı hezeyan manzumesinde İslâm ve Devlet ilişkisini tanımlarken bu hastalıklı durumu ne güzel de özetleyiveriyor:

"İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez." (Age. S.118)

Geçenlerde, bir televizyonda, günümüz İslâm allameleri insan ruhunun bedenden başka bir mekânı olup olmadığını tartışıyorlardı. Olmadığı yönünde karar verdiler.

Müritleri, mürşit N. F. Kısakürek'in sözünde büyük hikmetler bulabilirler ama onun yukarıda okuduğumuz cümlesi olsa olsa bir ilkel kabile için geçerli olabilir.

Çağdaş devlette, uzviyet ile din birbirine yapışık değildir. Din devletin oturduğu dairede oturmadığı gibi, aynı katta, aynı binada, aynı mahallede de oturmaz. Bir başka memlekette oturur.

Peki çağdaş devletin ruhu yok mudur? Elbette vardır. Bunu gene Gül ve Erdoğan biraderlerin mürşitleri N. F. Kısakürek pek güzel açıklıyor:

"İslâmda halk, hakkın zahiri; ve hak, halkın bâtını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Haktır ve biricik hakimiyet onundur. Halkın değil, Hakkın hâkimiyeti..." (Age. S.118)

***

Oysa, Cumhuriyet'i kuran Meclis'in içinde toplandığı salonun kürsü arkasına düşen duvarında "Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir!" yazıyordu. Günümüz TBMM'nin kürsü arkasına düşen duvarında da aynı şiar, aynı özlü söz yazmakta.

"Egemenlik Ulusundur!" ilkesi, eğer bu ulus Türk Ulusu ise, Türk Ulusu'nun kurduğu devlette din ile devlet "ruhun uzviyete yapışık" olduğu devlet değildir; egemenliğin halka (ulusa, millete) ait olduğu Laik bir devlettir. Bu laik devlet aynı zamanda demokratik bir devlettir. Laikliği zedelerseniz, "egemenlik ulusundur" ilkesini de zedelersiniz. Egemenliği ulusun elinden alıp bir despotun eline verirseniz ya da bir despot halka ait olan egemenliğe el koyarsa laik ruh da yok olur.

Laiklik olmadan ne çağının çağdaşı ne de demokrat olmak mümkündür!

***

Bu gerçek ve doğru en azından 100 yıldır söylenip yazılıyor ve Cumhuriyet'in temel ilkesi. Bu doğru ve gerçeği savunanlar, en azından 25 yıldır, laikçi sıfatıyla hor görülüyor. Şimdi, haramilerin ganimet paylaşımında kan çıkınca laikliğin değeri anlaşıldı, anlaşılıyor.

"Modern Mahrem" anlayışının mümtaz temsilcilerinden Sibel Eraslan'ın "Son yaşadığımız öfkeli tartışma tarafları artan derecede birbirine benzetirken, laiklik işte bunun için gerekliymiş diyecek hale geldik (...) Cemaat AK Parti çatışması laiklik hakkında daha ciddi düşünmeye itiyor bizi" itirafı Hürriyet gazetesi yazıcılarından Taha Akyol'u pek heyecanlandırmış.

Laikliğin ne olduğunu ne Sibel Eraslan ne de Taha Akyol anlamışlar: Haramilerin ganimet paylaşmasına laikliğin hakem olmasını istiyorlar. Haramiler harami kaldıkça, "İslâmın devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlı" olduğuna inanmayı sürdürdükçe laiklik kimseye hakem olamaz. Osmanlı Devleti'ni yıktıkları gibi Cumhuriyet'i de yıkarlar. "Laikçi" diyerek aşağıladıkları cumhuriyetçiler bu yıkımı engellemek için çabalıyor.

Oysa, iş çok kolay: 1923'ten bu yana karşı oldukları, anayasadan çıkarmak istedikleri laiklik ilkesini kabul edecekler. Bu durumda ortada ganimet kalmayacağı için birbirini boğazlamazlar! Akılları varsa, bu yazımı Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yayınlarlar!