Bir festivalin ilkeli olması ne demek?
Ülkemizdeki film festivalleri içinde İstanbul Film Festivalinin, öncülüğü simgeleyen yaygın bir sözcükle “amiral gemisi” olması boşuna değildir... Ülkemizin bilinen koşulları söz konusu olduğunda, bir film festivalinin 37 yıl boyunca ödün vermeden, çizgisinden sapmadan, tutarlılık ve de devamlılık göstererek 37 yıl boyunca ayakta kalmasının elbette ki, tek nedeni benzeri diğer festivallerden ayrıcalıklı bir özelliğe sahip olmasıdır.
İstanbul Film Festivali’nin bu özelliği; bağımsızlığından, ayrıcalığı ise; daha baştan ilkelerini belirleyerek kurumlaşmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bu sözünü ettiklerimiz, ülkemizdeki diğer film festivalleri düşünüldüğünde, sanıldığı gibi hiç de kolay bir şey değildir... İstanbul Film Festivali daha işin başında bu ilke ve kurumlaşma olgularını ciddiye alıp bunlara tutarlılık ve devamlılık kazandırmanın üstesinden geldiği için, ülkemizin en büyük festivali olmayı da hak etmektedir. .
Yine de kimilerine haksızlık yapmayalım. Mahmut Tali Öngören dostumuzun başlattığı Ankara Film Festivali de -dönem dönem geçirdiği kimi kopmalar ve de sarsıntılara karşın- kurumlaşma ve ilkelerini belli etme açısından İstanbul Film Festivali’nin bir benzeridir. Aralarındaki tek fark ise festival bütçesindeki rakamlar ve de sponsor firmaların tercihinden kaynaklanmaktadır.
Bu iki festivali festival yapan ön önemli öge ise hiç kuşku yok ki, yerel yönetim ve benzeri kamu kuruluşlarının sahipliğinde yapılmayıp kurumlaşmanın üstesinden gelebilmeleridir. Bu iki ögenin beraberinde getirdiği en önemli öge ise hiç kuşku yok ki, bağımsızlıktır...
Yani bu festivallerden birinde birileri çıkıp da; “ben bu yıldan sonra ulusal bölümü kaldırıp yalnızca uluslararası olacağım” ya da “Cannes’a öykünüp Ankara ya da İstanbul’u marka kent yapacağım” gibisinden gereksiz, anlaşılmaz ve de bağışlanmaz bir eyleme girişmeleri olanaksızdır. Çünkü bu festivallerin sahibi onu yapan kurum değil yapıldığı kentin sinemaseverleridir.
İşte bunun için bir sanat festivalinin hangi dalda olursa olsun daha işin başında ilkelerini belli edip, bağımsız bir kurumlaşma içine girmesi hem gerekli hem de kaçınılmazdır. Sözünü ettiğimiz iki ögeden de yoksun festivallerin başına neler geldiğini de hepimiz biliyoruz. (Aralarında yedi yılda yedi kez kadrosunu değiştirerek dünya festivaller tarihine geçenler bile var...)
Kurumlaşmayıp, ihaleler yapılarak, bırakın bir sinema bilgisini bir yana, sinema seyircisi oldukları bile kuşkulu şirketlere peşkeş çekilerek yapılan sözüm ona kimi sanat festivallerinin, ömürleri ne denli uzun olursa olsun, ne yazık ki bu ömürlere koşut olarak gelişen saygınlıkları pek olmamıştır. Saygınlık; yıllara yayılan zamanla, kendi kurumları içinde kurdukları yapay kurumlaşmalarla, siyasal iktidarlara gereğinden fazla ödün vermekle, ya da devamlı değişen- ya da değiştirilen festival kadrolarıyla hiçbir zaman kazanılmamıştır.
Ülkemizde hala bir çok kurum, ne yazık ki film festivallerini bir kültür sanat etkinliği olarak değil de hala bir panayır eğlencesi ya da kentlerini marka, kendilerini ise birilerine yaranma haline getirmede bir araç olarak görmeye devam etmektedir. Dilerim bu heves ve yanlışlıktan en kısa zamanda dönülerek sanat festivallerine gereken değer verilir.