Bir ihraç olayının düşündürdükleri
Partilerin ve liderlerin tepkileri seçmenler tarafından, failin amaçlarının ötesinde, başka türlü anlamlandırılabilir. 1998’de Türkbank ihalesiyle ilgili bir skandaldan dolayı Deniz Baykal, 55. hükümete verdiği desteği çekmiş ve hükümetin düşmesini sağlamıştı. Yolsuzluğa karşı etik bir davranışta bulunduğunu düşünmüştü. Ama seçmenler böyle anlamamış, Baykal’ı istikarsızlığa yol açtığı için 18 Nisan 1999 seçimlerinde barajın altına itmişlerdi.
CHP, ezanın Türkçe okunabileceğini söylediği için milletvekili Öztürk Yılmaz’ı ihraç etti. Normal şartlar altında bir partinin milletvekillerinden birini feda etmek zorunda kalması, istenen bir şey değildir. Ancak ihraç sürecinin hızı, Öztürk Yılmaz’ın, CHP yönetiminin zaten kurtulmak istediği bir figür olduğunu düşündürtüyor. Türkçe ezanın olabilirliği konusunda görüş bildirmesi üzerine, partisinden gelen tepkilerin siyasi bir linç halini alması, ardından alelacele ihraç edilmesi bunu gösteriyor.
Bu olay kendi başına alındığında münferit gibi gözükebilir. Öte yandan yüzeydeki bu görüntü, altında yatan bazı dinamiklerin dışavurumu olarak da okunabilir ve bu durumda bize söyleyebileceği başka şeyler de vardır. İlk olarak, Türk siyasetinden pekçokları gibi bir milletvekili daha geçmiş oldu. Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymak isteyecek kadar siyasi hırs, özgüven ve iddia sahibi birinin televizyonda kanaat açıkladı diye bir yıldız gibi kayıp gitmesi neyi gösteriyor? Siyasetin bir ekip işi olduğunu, sonradan değil çekirdekten öğrenildiğini, kendine özgü dinamiklerinin varlığını, ancak bir stratejinin ürünü olabileceğini ve asla küçümsenmemesi gerektiğini olabilir mi?
Milletvekilleri siyasal kanaat önderi rolü oynarlar ve oynamalıdırlar. Dolayısıyla bir milletvekilinin Türkçe ezan konusunda ne düşündüğü meselesi kendisinin kanaat açıklama özgürlüğü içinde yer alıyor. Açıkladıkları kanaatler güncel olmayan meselelere ilişkin de olabilir. Öztürk Yılmaz’ın ezanın Türkçe de okunabileceğine ilişkin kanaatini açıkladı diye partisinden ihraç edilmesi, CHP açısından iki türlü yorumlanabilir. İlkine yukarıda işaret ettik. Kılıçdaroğlu yönetimi, Yılmaz’ın sözlerini tasfiye için beklediği fırsat olarak değerlendirmiş olabilir. Bu durumda söylenecek fazla bir söz yok. Parti yönetimi kendisi açısından son derece rasyonel davranmış sayılabilir. Ancak öyle değilse, ikinci ihtimal üzerinde durulabilir. Parti yönetimi, bu olayın muhafazakâr seçmenden gelmesi beklenen oyları kaçıracağı kaygısıyla hareket etmiş olabilir. Ancak bu durum partinin kriz yönetmekteki başarısızlığından başka hiçbir şeyi göstermez.
Nitekim olaydan sonra hiçbir parti yetkilisi çıkıp, “Arkadaşımızın kişisel kanaatidir, kendisine gereken uyarılar yapılmıştır” ya da “Hakkında derhal disiplin soruşturması açılmıştır” türünden bir açıklama yaparak, olayı küçültme ve siyasi rakiplerden gelebilecek saldırıları boşa düşürme zahmetine dahi girmedi.
Siyaset bütün doğruları aynı anda ve eşit vurguyla söylemeye dayalı bir laf kalabalığı işi değildir. Ezanın Türkçe okunması gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz. Hatta bu konuda çok güçlü tezlere de sahip olabilirsiniz. Ama bu konunun bugün hiçbir önemi yoktur. Bu tartışma bugüne ait hiçbir meselemizi çözmeye hizmet etmez. Toplumların siyaset kurumuna olan ihtiyacı, genel doğruları bulma çabasından doğmaz. Türk toplumunun çözüm bekleyen güncel sorunları arasında kültürel alana ilişkin olanlar yok değildir ama çoğu kez ikincil hatta üçüncül önem taşımaktadırlar.
Parti yönetiminin amaçlarından bağımsız olarak, seçmenler düzeyinde bu olay, CHP’nin AKP’den gelecek muhafazakâr eleştirilere karşı kendisini savunmasız hissettiği şeklinde algılandı. Nedeni açık. Son elli yılını Kemalizm’in yerine sosyal demokrasiyi koymaya dönük bir ideolojik dönüşüm çabasıyla geçirmiş olan CHP’nin muhafazakârlığa, yaşam tarzlarının savunusu gibi liberal itirazlar dışında söyleyecek fazla sözü yok. Batı sistemi “soldan gelen sistem karşıtı tehdide karşı” 12 Eylül darbesinden sonra toplumu muhafazakârlaştırmaya başladığında, sosyal demokrasi, bu sırada sürece itiraz etmek için gereken ideolojik birikiminden kurtulmanın derdindeydi.