Bir kenti sokak sokak anlatmak
Bir kenti ya da semti sokak sokak, hane hane gezerek, mekan ve insanlarıyla anlatma/yorumlama eylemini tümüyle edebiyata mal etmek sanırım biraz haksızlık olur. Farklı dönemler içinde bir kentin ya da semtin, kişi, yapı ve de olgularıyla değişim/dönüşümünü ortaya koyan bu yazı tarzı, diğer alanlardaki disiplinlerin de bir parçası ya da bir alt türü olamaz mı?
Bu tür; öte yandan popüler imgelemde; kahvehane, meyhane, otel ve de pastane mekanlarına paylaştırılmış edebiyatçı guruplarıyla, markalı mekanların içlerine kapanık dar salonlarına indirgemek, ıskalanmış bir kent ya da semtin sosyal/kültürel topoğrafyasına çelme takma anlamına da gelmez mi?
James Joyce, “Dublin’in, bu kent görüntüsü bir gün yeryüzünden silindiğinde, bir rehber kitap gibi Ulysse’e bakarak, yeniden, eksiksiz bir biçimde kurulsun istiyorum” diye yazar, Bizim edebiyatımızda da buna benzer bir düşünceyle iz sürerek acaba kaç kentimizin yitip gitmişlerini yakalamak mümkün olur?
Oysaki, o kadar da yaygın olmamasına karşı bizim yazın yaşamımızda böyle bir gelenek vardır: Bir kentin her hangi bir zaman diliminde, herhangi bir cadde ya da bir sokağını kapı kapı gezip, onun her bir hanesinin dünü ve bugünü irdelemek.
Çelik Gülersoy; Beyit-el-din Sarayı’nda dünyaya gözlerini açan, Belle Epoque Paris’inde çil sarı liralarla gençliğini geçirip de İstanbul’da sefil bir yaşamın içinde tutsak olan, Naum Paşa’nın oğlu Said N. Duhani’nin “Eski İnsanlar Eski Evler; 19.Yüzyıl Sonunda Beyoğlu’nun Sosyal Topoğrafyası” adlı kitabının önsözünü yazarken sözünü ettiğimiz yazın türüne de değinerek “Bu kitapçık, kendi türünde, hem ilk yazılmış, hem de benzersiz kalmış çok değerli bir kaynaktı. Beyoğlu’nun iki ana cadde üstündeki yapıtlarının bir çoğunu kapı-kapı, yapılış ve içlerindeki hayatını kısa hikayeleri ile veren Türkiye’de bir ikincisi yazılmamış, orijinal bir eserdi.” der.
Eğer cadde cadde, sokak sokak, kapı kapı gezmek bir yazın türü ise, (ki öyle gözüküyor) o zaman bu türün amaçladığı olguları da bir dizi çeşitlemelere ayırmak mümkündür. Bu tür çeşitlemelerdeki esas amaç ise, gezen kişinin (yazar, araştırmacı, gazeteci vs olabilir) neyin peşinde olduğuyla doğru orantılıdır. Örneğin Said N. Duhani “Eski İnsanlar ve Evler” çalışmasını tarihsel olarak 19. yy ile sınırlarını çizerken, içeriğini de bir semtin “sosyal topoğrafyası” olarak tanımlar. Bu sosyal topoğrafyanın kendi içindeki versiyonları bir yana, bu tür çalışmalar; mekanların mimari değerleri, işlevleri, türleri, özellikleri, bulundukları semt ya da kentle olan ilişkileri, sahipleri ve de barındırdıklarıyla da sayısız bir çeşitleme içinde ele alınıp işlenebilir. Bu işleniş çeşitlileri hiç kuşku yoktur ki, tümüyle buna gereksinim duyan yazarının (yoksa yazanının mı demeliyim) amaçladığıyla ilgilidir.
Ne edebiyatta da ne de tarihsel çalışmalar ile bilimsel çalışmalarda yeri pek belirlenmemiş, henüz adı konulmamış bu türde yapılan çalışmalar, büyük bir çoğunlukla ömürleri bir günlük ephemeralar olan gazetelerde yayınlanma olanağını yakalamış olup bir kısmı sonradan kitaplaştırılmış olsalar da, içerdikleri bilgilerle yalnızca nostaljinin değil, aynı zamanda dönemine not düşen yanlarıyla, tarihçilerin, araştırmacıların, kent bilimcilerle, mimar ve de yazarların da birer başvuru kaynağı olma değerini taşıdıkları da inkar edilemez.
Günümüzde başta Duhani olmak üzere bu konunun bir açıdan ustası olan Sermet Muhtar’ın yıllar öncesinden yaptığı gibi cadde cadde, sokak sokak, kapı kapı dolaşarak bu tür bir çalışma yapılabilir mi?
Hiç sanmıyorum… Bu sanmamak işin zorluğundan değil de, bir kentin aynı cadde ve sokak üzerinde dizilmiş aile/meslek ya da ne bileyim bir diğer ortak paydalarını yakalayamamaktan kaynaklanır.