28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir kez daha ‘Demokrat Parti’den AKP’ye’

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

31 Mart 2007 günü Hürriyet gazetesinde yayınlanan “Demok-

rat Parti’den AKP’ye” adlı yazım eski evrak arasından üzerime sıçradı. Yazma konusunda şanslıyımdır. Eski yazılarım arasında, günün mana ve ehemmiyetine uygun düşen bir yazım mutlaka vardır. Okuyalım mı? Okuyalım:

***

[“Osmanlıcanın “Durendiş” sözcüğünü severim. “İlerisini düşünen, tedbirli, akıllı” anlamlarına gelir. Örneğin “Durendiş vezir”in müthiş bir ağırlığı vardır. Durendiş siyasetçiler, durendiş gazete yazarları (ve özellikle onlar)...

***

Bizim anlı-şanlı alaturka ve alafranga durendişlerimiz, AKP’nin iktidara gelişini Demokrat Parti’nin 27 Mayıs 1950’de iktidara gelişine benzetmişlerdi. İkisi de bir halk hareketinin sonunda iktidara gelmişlerdi. Ve böylece İdris Küçükömer’in Demokrat Parti için söylediği “Türkiye’de sağ soldadır, sol sağdadır” safsata özlü sözü bir kez daha doğrulanmıştı. AKP’nin Demokrat Parti’ye benzediği son günlerde bir kez daha kanıtlandı. Bir yıldır Yargıtay’da boş olan 23 üyeliğe, Danıştay’da boş olan 6 üyeliğe seçim yapılmasını engelleyerek yaptı bunu.

Bu olay, 1930 yılları doğumlularına ve yakın tarih uzmanlarına bir olayı anımsattı. Olay şu: Demokrat Parti amblemli bastonla gezen Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 1954 genel seçimlerinden önce, Bursa’da yasak saatte konuşma yapmak ister. Ancak Seçim Kurulu konuşmasına izin vermez. Buna çok bozulan Celal Bayar seçim zaferinden sonra şöyle konuşur: “Bu hakimlerin bizle alıp veremedikleri nedir? Davalarımız olur daima aleyhimize mütalaa ederler. Karşı partiden mütemadiyen adaylıklarını koyarlar. Beni de Bursa’da yasaklamaya kalktılar. Elbette dinlemedim, nutkumu verdim. Bu hakimler hakkında bir şeyler yapmak lazım.”

***

Nitekim, kısa bir süre sonra önce Ankara’nın sevilen yargıçlarından Zeki Kumrulu, Salih Türkmen, Cemil Milli, CHP’den adaylıklarını koydukları ve seçilemedikleri için, bir hafta içinde görevlerinden alınarak raportör yapıldılar. DP’den seçim kazanamayan yargıçlar ise Yargıtay yargıçlıklarına, başkanlıklara, başsavcılığa atandılar. (Asım Ruacan’ın Yassıada mahkemesinde verdiği ifade.)

Bununla da kalmadılar. Emekli Sandığı Yasası’nın 39. maddesini değiştirerek “Görülen lüzum üzerine” (DP döneminin en ünlü gerekçesidir) Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Prof. Dr. Vehbi Yekebaş ile 4 Yargıtay üyesini; daha sonra 3. Ceza Dairesi Başkanı Baha Arıkan, 2. Ceza Dairesi Başkan Vekili Sakıp Güran’ı; daha sonra da Yargıtay 1. Başkanı Bedri Köker, Cumhuriyet Başsavcısı Rifat Alabay, 5. Ceza Dairesi Bşk. Haydar Naci Yücekök ile birlikte birkaç üyeyi emekli ettiler. Dördüncü uygulamada ise dünyanın ilk kadın Yargıtay üyesi Melahat Ruacan, 4. Ceza Dairesi Başkanı Cemal Köseoğlu, 1. Bşk.vekili Dr. Suat Bertan emekli edildiler.

Bu kıyımın nedeni, DP’nin basına uyguladığı baskıların Yargıtay’dan dönmesi idi. Ve bu mezbahada yargıyı sindirdiler.

***

Yargıtay ve Danıştay üyelik seçimlerini engelleyen AKP iktidarı, DP’nin izinde olduğunu kanıtlıyor. Biri elli yıl önce Anayasa’yı çiğnemişti, öteki bu işi elli yıl sonra yapıyor. “Bunun hesabı sorulur” desem, İslamcı & Neo-Liberal mafyası “Yeni bir 27 Mayıs istiyor” der. Oysa ben çağdaş bir hukuk devleti ve iktidarın meşruiyetini koruyacak bağımsız yargı istiyorum.”]

***

Nasıl? Günümüze cuk oturuyor değil mi?

Oturuyor ama Celal Bayar son tahlilde bir Cumhuriyet devrimcisi idi. Kaşarlanmış bir İttihatçı idi. Kurtuluş Savaşı kahramanlarından biriydi. Atatürk’ün çok yakın çevresinden olmasa bile yakın çevresindendi.

Politik sapmasının temelinde İnönü’yle giriştiği ihtiraslı rekabetinin büyük etkisi vardı. Ama laik cumhuriyete, devrimlerine bağlı ve bağımlı idi.

“Bu hakimlerin bizle alıp veremedikleri nedir? Davalarımız olur daima aleyhimize mütalaa ederler. Karşı partiden mütemadiyen adaylıklarını koyarlar. Beni de Bursa’da yasaklamaya kalktılar. Elbette dinlemedim, nutkumu verdim. Bu hakimler hakkında bir şeyler yapmak lazım” sözüyle R.T. Erdoğan’a öncülük etse de hiçbir zaman Abdullah Gül ve R.T. Erdoğan gibi yeminli cumhuriyet karşıtı değildi.

***

Demokrat Parti döneminde (1950-1960) Anayasa Mahkemesi yoktu. 1961 Anayasası ile kuruldu. 1868 yılında Şûrayı Devlet adıyla kurulan Danıştay gene 1961 Anayasası ile günümüzdeki yetkilerine kavuştu. Dolayısıyla, ikisi de iktidar için ayak bağı değildi. Sadece Yargıtay vardı.

Demokrat Parti’nin 1954 seçimlerinden sonra yüksek yargıcı hallaç pamuğu gibi atmasıyla AKP’nin hallaçlığı arasında bir benzerlik bulunsa da niyet ve sayısal bakımından aralarında büyük bir orantısızlık vardır.

Demokrat Parti, söz geçiremediği 5-10 yüksek yargıcı emekli etmişti. CHP iktidarından devraldığı bürokrasinin kökünü kazımaya kalkışmadığı için, bu girişim müthiş bir skandal oldu. CHP’nin ve Demokrat Parti’nin devlet kadroları Cumhuriyet’in kadroları idi. Yani devleti henüz “Cumhuriyetçi Nesil” yönetiyordu.

Fethullah Hoca’nın “Altın Nesil” adını verdiği uzaktan kumandalı kadrosu henüz Nurcu tohum halindeydi; AKP’nin “Dindar ve Kindar” nesli Necip Fazıl Kısakürek’in yanında talim eylemekteydi.

Bu zehirli sarmaşıklar Demokrat Parti’nin seralarında yetişmekteydi.

***

Abdullah Gül’ün elinde Celal Bayar’ın bastonuna benzer bir AKP bastonu yok ama Cumhurbaşkanlığı makamına geldiğinden bu yana Cumhuriyet’ten çok AKP’nin cumhurbaşkanı olduğunu bol bol kanıtlardı. İmzalanmak üzere masasına gelen, cumhuriyetin temellerini dinamitlemeyi hedef alan hiçbir yasayı geri çevirmedi. Anayasa’ya aykırı 4+4+4 yasasını mutluluk duyarak imzaladı. Anayasa Mahkemesi’ne gönderme hakkını hiç kullanmadı. Her zaman İmam-Hatipçi oldu. R.T. Erdoğan’la birlikte Tevhid-i Tedrisat düzenini havaya uçurdu. Başbakan’ın yaptığı partizanca açılışlara refakatçi olarak katılıyor.

İkisi de Necip Fazıl Kısakürek’in tornasının ürünüydü, Cumhuriyet’in temellerini yıkmak cihadında mürşitlerinin yüzünü kara çıkarmadılar.

Gül ve Erdoğan, tipik bir tek yumurta ikizidir. Biri giderse öteki kalamaz. Kalmamalı! Cumhuriyet’in selameti, halkın huzuru için ikisi de gitmeli!