Bir kez daha ‘Hırsızlık Yarışması’
“Hırsızlık Yarışması”, 26 Kasım 2000 tarihli Hürriyet Pazar’da yayınlanmıştı. 14 yıl olmuş. Dile kolay. İçinde yer aldığı Pazar Yazıları (Gendaş) 2002 yılında yayınlandı. 1000 mi yoksa 2000 mi basılmıştı unuttum. Bittikten sonra bir daha basılmadı. Gendaş Yayınevi de kapandı galiba.
Alın size “ihtiyar” bir yazı. Güreşmeniz için:
***
[Dünya Güzellik Yarışması benzeri bir Hırsızlık Şampiyonası düzenlenseydi, ben de jüri üyesi olsaydım, oyumu kasa hırsızlığına verirdim. Hele hırsız tek başına çalışıyorsa, bu tür hırsızlık kahramanlık bile sayılabilir.
Kasanın çağın teknik donanımlarıyla korunduğunu düşünün: Türlü elektronik hileler, şifreler, kodlar, tuzaklar, lazer ışınları, bubi tuzaklarıyla dolu alarm düzenleri... Belki de silahlı korumalar...
Düz duvarlara, elektrik verilmiş pencerelere tırmanacaksın, zırhlı kapılar aşacaksın; belki canavar koruma köpekleri bile vardır.
Bu türden bir kasa hırsızlığı cesaretin dışında engin imgelem gücü, derin ve geniş boyutlu bir zekâ, granit sabır, örümcek dikkati, ceylan hızı ve Vivaldi dehası ister.
Hele hırsızın hedef seçtiği kasa Afrika’nın yoksul topraklarında kanlı elmas madenleri işleten bir şirketin kasası ise, Güney Amerika’da uyuşturucu üreten bir mafya örgütünün kasası ise... Böyle bir soygun şiirsel bir mutluluk verir vicdan sahibi insana.
Benim sözünü ettiğim sinema hırsızlığı değil, her türlü kurgudan (fiction) uzak, çıplak hırsızlık. Bu türden hırsızlık Güzel Sanatların çalışma alanlarından birine, dahası hepsine girebilir. Biraz zihinsel çabayla, sözünü ettiğim hırsızlık türünde eleştirel özellikler bile bulabiliriz. Örneğin Derrida’nın yapıbozumcu (deconstructif) anlayışının tipik özelliklerine bile sahiptir. Özenle hazırlanmış bir yapının bozulması, bozarken, bozulurken yeniden kurulması söz konusu. Kasa hırsızlığının dilbilim bağlamında bir “üstdil” olabileceğini ileri sürersem, lütfen abarttığımı, bu tür hırsızlığı idealize ettiğimi düşünmeyin.
Hırsız olsaydım, tek başına çalışan bir kasa hırsızı olmak isterdim. İlkin, kasa hırsızının işlediği suç örgütlü suçlar sınıfına girmez. Böyle olsa da, yakalanma durumunda, cezası yüksektir. Örgütlü suçların cezalarının hesaplanması çok karmaşıktır, zamlar, ıskontolar vardır. Kasa hırsızlığı bireyseldir, cezalandırılırken bireyselliğin etik ve estetik yanları da değerlendirilebilir.
Bir şaire, bir romancıya, bir ressama en çok kasa hırsızlığı yaraşır. İşin içinde yapıcılık ve bozuculuk vardır. Kasa hırsızı bir şair gibi yapayalnızdır. Hiçbir koruyucusu yoktur. Çaldığı elmasları otorite sınıfından biriyle paylaştığı anda, yani rüşvet verdiği anda bütün gizemini yitirir, sıradanlaşır.
Kasa hırsızının sevgilisi onun ne iş yaptığını bilmez. Daha doğrusu, mesleğin estetik zorunlulukları gereği bilmemesi gerekir. Yoksa elini süremez ona. Dışarıdan bakınca, ikiyüzlülük gibi gelir, ama değildir. Çünkü gizlenme bir tür ön eleştiri, kendi kendini cezalandırma sayılabilir.
Kasa hırsızının eylemi, sanatsal yaratı sürecini içerdiği için son derece karmaşıktır. Değerlendirme yoruma göre değişebilir.
Bir kasa hırsızının, polislerin arasında adliyeye götürülürken, işaret ve orta parmağıyla zafer işareti yapabileceğini düşünemem. Tenezzül bile etmez.
Gerçek bir kasa hırsızına kimlerle birlikte aynı koğuşta bulunmak istemeyeceğini sorsak. Tahminime göre, bankaların içini boşaltanlarla, hortumcularla, vergi iadesi vurguncularıyla, naylon fatura düzenbazlarıyla, hayali ihracatçılarla ve bunlarla işbirliği yapan devlet adamları ve politikacılarla aynı koğuşta bulunmak istemezdi. Bunu kendisine yapılacak en büyük hakaret sayardı.
Kasa hırsızı, “kasa hırsızı”dır. Örneğin kalpazanlık yapmaz, ilaç reçetesi madrabazlığına bulaşmaz. Böyle bir şeyi mesleki sapma sayar.
Kasa hırsızı gizlenir ama asla rol yapmaz, asla başkasının rolünü çalmaz. Bu nedenle, herhangi bir kasa hırsızını, gazete ve dergilerin sosyete sayfalarında, televizyonların magazin programlarında göremezsiniz.
Gene aynı nedenle, hiçbir foto muhabiri, hiçbir televizyon kameramanı, bir kasa hırsızını Bodrum sahillerinde sevgilisiyle kucaklaşırken görüntüleyemez.
Son olarak: Hiçbir kasa hırsızı kendisine emanet edilen kasayı soymaz; meslek ahlakıyla bağdaşmayacağı için soymaz.]
***
Alçakgönüllü olmanın hiç gereği yok. Okuduğunuz yazıyı çok beğendim. Hele “Hiçbir kasa hırsızı kendisine emanet edilen kasayı soymaz; meslek ahlakıyla bağdaşmayacağı için soymaz” cümlesini.
Kasa hırsızı, banka kasası soyar, mücevheratçı soyar, kumarhane soyar, zenginleri soyar. Ahlaki açıdan bir dayanağı vardır: Soyduğu kasadaki paranın bir önceki soygunun parası olduğunu iddia edebilir.
Hırsızlığın en aşağılığı, en kolayı devlet ihalelerinde yapılan hırsızlıktır. Kamu malı hırsızlığıdır. Ahlaki açıdan aşağılıktır; çünkü vergilerin büyük bir bölümü yoksul halktan alınan dolaylı ve dolaysız vergiden oluşur.
Özel sektörün iş sahibi olduğu ihalelerde yolsuzluk olduğunu hiç duydunuz mu? Duydunuzsa, bir yerde mutlaka bir katır doğurmuştur.
***
Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi’nde (YKY, s.178) İngilizlerin padişaha, şehzadelere, hareme, sadrazam Sokollu ile Hoca Sadeddin Efendi’ye hediyeler verdiğini, komisyonda hayli cömert davrandığını yazar. O zamanlar bu türden şeyler, karşılığında bir şeyler alınsa da, rüşvet sayılmazmış. Memurlar da maaş almadıkları için, tıpkı terziler, demirciler, marangozlar gibi yaptıkları hizmetin karşılığını vatandaştan alırlarmış. Şimdi memurlar yaptıkları işin karşılığı olarak devletten maaş alıyorlar. Bu nedenle aldıkları avanta rüşvet sınıfına girer.
***
Devlet ihalesinde bir tarafta, işveren devletin parasını harcayan memur, karşı tarafta ise iş yüklenici özel sektör vardır. Memur, rüşvet alır ama rüşvet vermez. Özel sektör, rüşvet verir.
Hükümet, memurun rüşvet aldığını çakarsa, onu tahtakurusu gibi ezer.
Devleti hükümet yönetir ama devletin parası hükümetin parası değildir. Bu nedenle hükümet de ihalelerde rüşvet alabilir, yolsuzluk yapabilir. Ancak hükümet (ne yazık ki) tahtakurusu değildir.