Bir kez daha kültür ve demokrasi
2000-2008 yılları arası benim en velud, en üretken olduğum dönemdir. O dönemin yazılarını bazen “Bir Kez Daha” parantezi içinde yayınlamaktayım. Bu dönemde yayınladığım kitapları, google’a adımı yazıp internetin vikipedi’sinde bulabilirsiniz. Sadece bugün değil, 50 yıl sonra da okunacak, tarihe tanıklık eden yazılar. Çünkü bir gazetecinin gündemi tasvir eden yazıları değil bunlar, bir edebiyatçının “otopsi” yazıları.
O günlerde, 2000’in Ocak ayının başından itibaren Hürriyet gazetesinde yazmaya başlamıştım. Ama asıl yazılarım, uzunluk sıkıntısı olmadan, 1980’lerin ortalarından itibaren, Hürriyet Gösteri, Adam Sanat, Düşün ve Varlık gibi edebiyat ve sanat dergilerinde yayınlanıyordu. Bu yazıların hepsi kitaplarımda yer aldı.
Yayınevleri, bu yazılarımı kitap olarak yayınlamak için sıraya girmişti. Sonra bir şeyler oldu, Doğan Kitap, İş Bankası Kültür, Cumhuriyet Kitap gibi yayınevleri yeni kitaplarıma talip olmadıkları gibi, baskısı tükenen kitaplarımın yeni baskılarını yapmaz oldular. Artık ambargo başlamıştı. Bu arada Dünya Kitap, Gendaş ve Ümit yayınları piyasadan çekildiler ve ben de ambargoyla baş başa kaldım.
Bugün Isırganın Faydaları (Dünya Kitap, 2004) adlı kitabımdan Kültür ve Demokrasi başlıklı makalemin küçük bir bölümünü alıntı yapacağım:
***
[“Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3 Kasım 2002 genel seçimlerini kazanıp tek başına iktidara gelmesi dünyada büyük yankılara yol açtı. Yol açtı, ama bu yankı yekpare değil, parçalı. Bu nedenle ben bu “dünya”yı üçe ayıracağım: Türkiye, Müslüman, özellikle de Müslüman-Arap ülkeler ve geriye kalan dünya.
Türkiye’de, düşünen, düşünmeye çalışan ya da düşünmesi gerektiğini düşünen bir kesim insan AKP’ye birtakım zıbınlar ya da kefenler biçmeye başladı. AKP’nin temsil ettiği hareket “İslâmî Demokrasi”, “Demokratik İslâm”, “Müslüman Demokrasisi”, tanımlamalarıyla betimlendi. Buna karşılık, AKP yönetimi kendilerini “Muhafazakâr Demokrat” olarak tanımlamayı yeğliyor.
Bu tanımlamaları şimdilik ciddiye almamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü elimizde, Millî Görüş partilerinin vukuatlarından başka AKP’nin politik ideolojisini betimleyen herhangi bir metin yok şimdilik. Demek ki, AKP’nin bu tanımlardan hangisine uyduğuna karar vermek için, önümüzdeki aylarda somutlaşacak olan uygulamalarını bekleyeceğiz.
Seçim öncesinde, Tayyip Erdoğan’ın seçilme yasaklısı olmasını, AKP hakkında kapatma davası açılmasını demokrasi açısından sakıncalı gören Avrupa Birliği muhitleri, seçimin hemen ertesinde, “Bu AKP sakın köktendinci bir parti olmasın?” diye düşünmeye başladılar.
Başını ABD yönetiminin ve bu yönetime yakın çevrelerin çektiği bir görüş var: Türkiye Ilımlı İslâm’ı ile İslâm dünyasına örnek olabilir, demokrasi ile İslâm dininin çelişmediğini kanıtlayabilir. Bu düşünceyi daha da ileri götürüp Türkiye’ye örnek olma görevi verenler de var.
***
Bu tür özel görevlere her zaman karşı çıktım. Çünkü, Türkiye herhangi bir İslâm ülkesine örnek olacaksa, varsayımsal “Ilımlı İslâm” uygulamasıyla değil, ancak laik kimliğiyle örnek olabilir. Ilımlı İslâm’ı laiklik ilkesinin önüne geçirmek, neden-sonuç ilişkisini tersine çevirmek olur. Benim gerçeğim şudur: Türkiye’nin Müslüman halkı eğer demokrasiye alışmış ve bu rejimi yeğliyorsa, bu ancak Cumhuriyet’in laik karakteri sayesinde gerçekleşmiştir. “Ilımlı islâm” gibi sanal bir kimliği öne çıkarmak, laiklik ilkesinden ödün vermek anlamına gelir.
Arap dünyası Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir zaman sevmemiştir. Bu sevgisizlik bazen nefrete varır. Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı sadece yönetenlerde değil yönetilen halklarda da görülür. Çoğunlukla Suudi parasıyla yayımlanan Arapça ya da İngilizce gazetelerde Türkiye’nin ve Türklerin kimlik sorunlarını araştırmaya yönelik sözde incelemeler yayımlanır: “Türkiye’nin ve Türklerin bir kimlik bunalımı vardır, çünkü Kemalist Cumhuriyet İslâm uygarlığını ve kültürünü reddetmiş, onun yerine Batılı zihniyeti ve yaşam tarzını getirmiştir.” Bu kanıttan yola çıkan yazılar Cumhuriyet devrimlerini yerden yere vurur.
Bu nedenle, yılların biriktirdiği öfkeyi, AKP’nin iktidara gelmesini laik cumhuriyetin sonu olarak gören mutluluk yazıları dile getiriyor şimdilerde.
***
Türkiye ve AKP konusunda yorum yapanların bu iki nesneyi de yeterince tanıdıkları kanısında değilim: Şu anda yüzde on beş dolaylarında olan muhalefete karşın laiklik Türk toplumunda niçin kabul görmüştür? Örneğin bu konunun herhangi bir şekilde düşünüldüğü kanısında değilim. Sadece bu yüzde on beşin tepkisi ve kimlik sorunları ilgi konusu olmuştur. Ama yüzde seksen beşin Cumhuriyet ilkelerine uyumu dikkate bile alınmamıştır.
Arap dünyası için de ciddi bir inceleme yoktur Türkiye’de. Kimileri İslâm dininin demokrasi ile uzlaşamayacağım ileri sürer, kimileri bunun tersini savunur. Bunu göz önünde tutarak Arap dünyasının en büyük şairi ve bu dünyanın en büyük düşünürlerinden biri olan Adonis’e söz vermek istiyorum. Adonis’in Fransa’da Mercure de France yayınevi tarafından 1993 yılında yayınlanan La Prière et l’Epée (Dua ve Kılıç) adlı kitabında yer alan “Kültür ve Demokrasi (1991)” başlıklı yazısını aktaracağım yazıma.”]
***
Ama bu yazıya herhangi bir alıntı yapmayacağım. Makalemin tamamını merak edenler ya Hürriyet Gösteri dergisinin Ocak 2003 sayısını ya da Isırganın Faydaları (Dünya Kitap, 2004, s.51-62) adlı kitabımı bulup oradan okuyacaklar. Bizim bugün “şimdi” ile işimiz var:
***
2003-2013 arasında İslamcılar, liberaller, post-modern liberaller, fantirifitton solcular arafından yazılmış makaleler arasında okuduğunuz makalenin kavrayıcılığı düzeyinde bir tek makale bulamazsınız. Çünkü yazıcılarının günün maddi ve manevi hasadını toplamaktan başka bir kaygıları yoktu. Şimdi, yılışarak, yanılgılarıyla geviş getiriyorlar.
Tarih ve Kültür bilgi ve bilinçleri Necip Fazıl tarafından mühürlenmiş müritlerden ve İmam-Hatip mezunlarından oluşan kadronun iflas ettiğini hâlâ göremiyorlar.
İslam referanslı hiçbir rejim çağdaş ve demokratik olamaz! Bu gerçeği en geç 2000 yılında görmemiş olana “beyin sahibi adam” diyemem ben!