Bir kez daha laiklik ve inanç özgürlüğü
Aşağıda okuyacağınız yazım Hürriyet gazetesinin 4 Ağustos 2002 tarihli sayısında yayımlanmış. Ben bu türden yazıları özel günlerde yazarım, yayımlarım. Örneğin bugün 4 Mart Dünya Laiklik Günü. Ama bu yazıyı 12 yıl önce 4 Ağustos günü yayınladığıma göre bunun özel bir nedeni olmalı. 2000’lerin başı, cumhuriyetin, ilkelerinin, laikliğin misli görülmemiş bir saldırıya uğradığı dönem: Her musibetin başı tek parti yönetimi, Kemalizm, Tevhid-i Tedrisat, laiklik ve laikçilik; demokrasinin önündeki en büyük engel de gene bunlar... O halde İslama özgürlük, tarikatlara özgürlük, cemaatlere özgürlük; Taha Akyol’un dediği gibi, okullar cemaatlere bırakılsın!...
12 yıl sonra, bunların tamamının zırvalık olduğu ortaya çıktı, ama bunun bedelini Türkiye çok ağır ödeyecek. Şimdi yazıyı okuyalım:
***
[Dürbüne tersinden bakmayalım!
“Laiklik ve inanç özgürlüğü!” diye başlayan okkalı bir cümle kurabilirsiniz isterseniz. Sonra da oturup kırk gün kırk gece içeriğini tartışabilirsiniz. İsterseniz 1001 gece ve gündüz.
Haydi gayret! Şöyle cümleler de kurun bakalım: “Hıristiyanlık ve İnanç Özgürlüğü”, “İslâm ve İnanç Özgürlüğü”, “Budizm ve İnanç Özgürlüğü.”
Cümleleri ne güzel de kurdunuz, kurduk, kurdular, kurmuşlar! Ama devletin bir resmi dini (Hıristiyan, İslâm, Budist vb.) olduğunu düşünün bir bakalım. Şimdi bu cümleleri iç rahatlığıyla kurabilir misiniz? Kuramazsınız, bir parça aklınız varsa kuramazsınız! Ama, laik bir devlette, laiklik ile din ve inanç özgürlüğünün birlikte, iç içe olduğunu, birbirinden ayrılmadığını düşünüyorsunuz. Demek ki keramet bir başka şeyde değil, laiklikte.
Ama siz, “Öyledir, din ve inanç özgürlüğünde keramet laikliktedir. Ama Türkiye’deki laiklik militan laiklik, eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un deyişiyle ‘Laikçilik’... Din ve inanç özgürlüğü tanımıyor. Liseli ve üniversiteli kızlarımız başlarını türbanlayamıyorlar” diyebilirsiniz. Siz “bu kafa” ile elbette haklısınız, haklı olacaksınız!
İzninizle, 14 Temmuz 2002 tarihli “Büyük Fransız Devrimi Sona Ermedi” başlıklı yazımdan bir alıntı yapacağım:
“Örneğin bizim dincilerin yaptığı gibi Cumhuriyet’in ‘laiklik’ ilkesini yok sayıp ‘din özgürlüğü hakkı’nı kullanamazsınız. Cumhuriyet’in laiklik ilkesini reddettiğiniz andan itibaren din özgürlüğü hakkınızı da yitirirsiniz.”
***
Cümlem anlaşılmaz mı, çelişkili mi? İkisi de değil! Anlamı o kadar açık ki bu açıklık baş döndürüyor.
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı düşünelim. Şöyle konuşuyor ve yazıyor: “Ben Anayasa’nın laiklik ilkesine karşıyım, bir Müslüman olarak İslâm’ın anayasası olan Şeriat düzeninde yaşamak istiyorum.”
Bu cümle kuşkusuz “Düşünceyi açıklama özgürlüğü”nün koruma alanına giriyor. Peki, bir soru: Şeriat düzeni ile yönetilen bir ülkenin vatandaşı, “Ben şeriat düzeninde değil laik düzende yaşamak istiyorum” deme özgürlüğüne sahip olabilir mi?
Somut yaşama baktığımız zaman, laik düzenin kendine karşıt bireyin güvenliğini garanti ettiği, oysa şeriat düzeninin böyle bir garantiyi reddettiği görülüyor. Bu nedenle, laik bir devletin, bu ilkeyi kabul etmeyenlerin inanç özgürlüğünü koruma altına alması bir zorunluluk. Laik düzeni yıktığınız zaman din özgürlüğüne gereksiniminiz kalmaz; çünkü kendi dinsel diktatörlüğünüzü kurarsınız. Kuşkusuz, laik düzen de bunu gerçekleştirmenize izin vermeyecektir.
Dinci partilerin ve sapkın antikemalistlerin ilkin bu gerçeği görmeleri gerekiyor.
***
Anayasa’ya saygılı bir politikacının (İsmail Cem gibi) “İnançlara saygılı bir laiklik”ten yana bir parti olacaklarını açıklaması bence gereksiz, hatta zararlı. Çünkü Anayasa’nın ikinci maddesinde yer alan “Laiklik” ilkesi bütün bireylerin ve kuruluşların bütün inançlara karşı saygılı olmasını gerektirir. Öte yandan, dilbilim her hüküm cümlesinin ifade ettiği hükmün tersini de içerdiğini söyler. “Türkiye’de inançlara saygılı olmayan parti(ler) var mı, siyasetçi var mı?” sorusunun sorulmasını da zorunlu kılar.
İsmail Cem “Benim türbanla sorunum yok” demiş. İsmail Cem’in türbanla bir sorunu olmayabilir, ama Cumhuriyet’in türbanla köklü bir sorunu var. İsmail Cem gibi deneyimli bir politikacının bu gerçeği bilmesi gerekir. Gerekmez mi?
Söylendiğine göre, Deniz Baykal ve Murat Karayalçın da İsmail Cem benzeri cümleler kurmuşlar. Demek ki onlar da Cumhuriyet’e karşı kusurlu davranmışlar! Hiç kimse özel laiklik yorumları yapıp kendi yorumunu oy pazarına pey (yem) olarak süremez. Sürmemeli!
Kapatılan Refah Partisi’yle ilgili olarak, AİHM’nin Eylül ayında açıklanacak kararı “Demokraside şeriat olmaz!” diyormuş. Politikacılar hiza ve istikametlerine oy sandığından değil de AİHM gibi “Laiklik” nîrengi noktasından bakmayı ilke edindikleri zaman devletin türbanla sorunu kalmayacak.] (Hürriyet, 4.8.2002)
***
12 yıl önce “Kuşkusuz, laik düzen de bunu gerçekleştirmenize izin vermeyecektir. Dinci partilerin ve sapkın antikemalistlerin ilkin bu gerçeği görmeleri gerekiyor” diye yazmışım, yanılmış mıyım? Dincilerin, İslamcıların ne denli sinsi olduklarını bilen biri olarak bu kadar iyimser olmamam gerekirdi.
***
Türkiye’nin en sinsi yazarı Taha Akyol, 28 Şubat akşamı CNN-Türk televizyonunda, Star gazetesi yazarı Sibel Eraslan’ın “Gizem ve Hamaset Dönemi Bitti” (17 Ocak 2014) başlıklı yazısını göklere çıkartıyordu.
Yazıyı okudum: Yazıcıya göre, dindarlar (aslında İslamcılar) yirminci yüzyılda, hukuklarını korumak için, “hem sivil hayatta hem siyasette epey zorlu bir yakın geçmiş” sırtlamış. Bunun nedeni de “Türkiye’ye has Laiklik ve Ulusçuluk dayatması” imiş. Çünkü “Birbirinden çok önce ayrı düşecek dindar grupları, uzun süre sanki her konuda aynı fikirdelermişçesine bir arada tutmuş veya bir arada göster”miş...
Alıntıladığım cümleler, Taha Akyol ile Sibel Eraslan’ın laiklikten zırnık anlamadıklarını kanıtlıyor. Dindar grupların herhangi bir dinsel konuda aynı fikirde olup-olmamaları laikliğin umurunda bile değildir.
Laik Cumhuriyet, dinci ya da dindar grupların, cemaatlerin, tarikatların “sivil hayatta ve siyasette” ne denli ihtiras sahibi olduklarını Osmanlı tarihinden çok iyi bildiği için, toplumsal hayatta ve siyasette dinin referans yapılmasına karşı çıkıyor ve hatta (haklı olarak) yasaklıyordu. Çünkü AKP & Fethullah Cemaati rezilliğini daha 1920’lerde biliyordu. Taha Akyol hâlâ öğrenememiş...