28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 27°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir kez daha: ne yapmalı?

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-


Seçim öncesi son yazımı Perşembe günü gazeteye gönderdikten sonra, 31 Mart 2014 pazartesi günü ben ne yazacağım diye düşünmeye başladım. AKP fiyakasını sürdürmeye devam ediyorsa ne yazacaktım, etmiyorsa ne yazacaktım? “Bir Kez Daha” dizisinde, son 12 yıl içinde, hepsi doğru çıkan teşhis yazıları yazmış ve yayımlamış olduğuma tanıklık etmiştiniz. Öyle bir yazı bulmalıydım ki seçim sonuçlarının her iki durumunda da okunabilmeliydi. O yazıyı buldum: “Sol ve Sofya’da Bir Gece, Hürriyet, 18.10.2006; Demokrasisiz Demokrasi, Cumhuriyet Kitapları, 2009,s.256) Bir başka versiyonu da “Bir Fantezi, Bir Gerçek, Aydınlık, 15.08.2012) olabilirdi.
Yukarıdaki satırları 27 Mart günü, saat 07:45’te yazdım. Dört gün bekleyeceğim, 8 yılda ne değişti acaba? Şimdi “Sol ve Sofya’da Bir Gece”yi okuyalım:
***
[Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ANAP 1983 seçimlerinde oyların yüzde 45’ini alarak seçim kazanmıştı. Özal 7 Aralık 1983 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından hükümet kurmakla görevlendirilmişti. Birkaç gün sonra bir uluslararası yazarlar toplantısına katılmak üzere Sofya’ya gittim.
***
Çalışma sonrasında Moskova Park Hotel’de verilen kokteyl sırasında tanıdığım bir Yazarlar Birliği görevlisi yanıma gelip, müsait isem Gyorgi Cagarov’un beni otelin teras katındaki lokantada beklediğini söyledi. Cagarov çok büyük bir şair aynı zamanda Kültür İşleriyle görevli Cumhurbaşkanı yardımcısıydı. Arkadaşımdı.
Lokantada çok büyük, yuvarlak bir masanın çevresinde on kadar resmi suratlı adamla oturmuştu. Beni bu insanlarla tanıştırdı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin bölge sekreterleriymiş.
Masaya oturur oturmaz, daha bir yaşında bir sağ partinin seçim kazanıp solun kazanamamasının nedenini sordu. Ben de şöyle konuştum:
***
“Marx, Engels ve Lenin’in ilkel sınıfsız toplum çözümlemelerinin yanlış olduğunu düşünüyorum. İlkel sınıfsız toplumların ortaklaşmacı niteliğinin iş bölümü ile bozulduğunu ve bu bozulmanın kapitalizme giden yolu açtığını söylerler. Bence yanlış. İnsanın doğası ortak mülkiyete, sosyalizme değil kapitalizme, özel mülkiyete yatkın. İnsanların sosyalizme oy vermeleri için kapitalizmin ömrünü tamamlaması ve insanların bencillik illetinden kurtulup mükemmelleşmeleri gerekir.”
***
“1962’den itibaren siyaset sahnesine çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin sosyopolitik şiarlarından biri ‘herkesin emeğinin karşılığını alacağı’ idi. Bu sihirli cümle söylenir söylenmez bütün oyların TİP’e (TİP gibi bir partiye) gideceğini düşündüm yıllarca.
1965 seçimlerinde TİP sözcüleri mitinglerde, radyolarda herkesin emeğinin karşılığını alacağını söylediler. Ama TİP ancak yüzde 2,5 oy alarak ulusal artık sistemi sayesinde 15 milletvekili çıkardı. TİP’in kapatıldığı 1970’e kadar oyu çoğalmadı.
‘Herkes emeğinin karşılığını alacak’ sloganını kullanan sol partilerin seçim kazandığına tanık olmadım. Çünkü hiç kimse emeğinin karşılığı olan kazancı istemiyor, on katını, yüz katını istiyor. Bu da çalışanların bir işçi sınıfı yaratamadığını gösteriyor.”
***
“TİP’in yerel yöneticilerinden biri bir kahve toplantısında, ‘Siz bize oy verir de seçimi kazandırırsanız, Koçların, Sabancıların, Eczacıbaşlarının mallarını ellerinden alıp sizlere dağıtacağız’ dediği sırada dinleyiciler arasında bulunuyordum. Dinleyiciler hemen bir tepki vermediler. Biraz düşündükten sonra aralarından birkaçı ‘Kime vereceksiniz?’ diye sordu.
O zaman farkettim ki zenginlerin elinden alınan malların aralarında eşit olarak paylaştırılmasını istemiyorlardı. Aralarından birilerine bu malların aynen verilmesini hayal ediyorlardı, kendileri Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı olmak istiyorlardı.”
***
Konuşmam bitince Gyorgi Cagarov yüzüme ironiyle bakıp “Kaç yaşındasın Özdemir?” diye sordu. “46 yaşımdayım” dedim. “Güzel, dedi, seni Türkiye’de asmazlarsa, biz burada asarız!”
Üçüncü öykü gerçek değildi, ben uydurmuştum. Uydurmuştum, ama inandırıcıydı.
Sol üzerine mangalda kül bırakmayanların işin bu yanını düşündüklerini hiç sanmıyorum. (Devam edecek. Hürriyet, 18.10.2006)]
***
Bu yazı dizi halinde birkaç yazı daha sürdü. Ne soldan ne sağdan hiçbir tepki gelmedi. Türkiye’de köşe yazarlarının ezici çoğunluğu gördüğünü özetler, kesinlikle düşünmez.
Son iki ay içinde “Ortak Akıl”, “Ortak Vicdan”, “Ortak İrade” gibi içi boş kavramlarla dalga geçtiğimi ve “Ortak akıla, ortak vicdana, ortak iradeye düşkün insanlarımızın, üretim araçlarında ortak mülkiyete neden karşı oldukları”nı sorduğumu hatırlarsınız.
Yozlaşmış da olsa, hurafeden ibaret de olsa, bir “ortak din”in afyonuyla bilincini yitirmiş ½ halk bakalım neye karar verecek?
Ülkemizin bahtı açık olsun, şu AKP taunu sona ersin!
30 Mart sabahı
12 Nisan 2013 tarihli adı “Dertleşme” olan yazım şöyle bitiyordu:
“Şimdi gelelim gelecekle ilgili düşüncelerime: Şimdiye kadar geleceğimi titizce programlardım. Altı ay, bir yıl sonra ne yapacağım belliydi. Arkadaşlarım bu yüzden benimle dalga geçerler. Ben bu dalga geçilen huyumu da beğeniyorum.
Size karşı dürüst olmak zorundayım: Artık yazmaktan bıktım. Öğretmekten tiksinir oldum. İçimde çöreklenen sanki boşluğa konuşuyormuşum duygusu midemi bulandırıyor.
Ama, her şeye karşın, 31 Aralık 2013’e kadar yazmayı sürdüreceğim. Belki seçimlere kadar. Sonrasını bilmiyorum artık. Dizginlerimi serbest bıraktım:
İlk kez gelecekte ne yapacağımı açık-seçik bilmiyorum.
Lütfen bağışlayın beni. Özürümü lütfen kabul edin!
Biraz temiz havaya ihtiyacım var!
Aydınlık’ın aydınlık dünyasına, okurlarına ve yazarlarına çok teşekkür ederim!”
***
Şu anda bütün Türkiye’de seçmenler oy sandıklarının başına gidiyor. 1946 yılından, aklımın ermeğe başladığından itibaren böylesine rezil bir seçim ortamına tanık olmadım. Bu ortamı düşünerek, 2002-2009 yılları arasında yayınlanan yazılarımı, ön ve arkalarına yorumlar ekleyerek bir kez daha yayımladım. Kendimi 12 yılın perspektifi içinde ifade ettim.
Eskiden koyu bir karamsardım ama umudum vardı. Artık umudum da yok! Cumhuriyetçiler, Dinsiz Dinciler ve Kürtçüler arasında üçe bölünmüş bir Türkiye için nasıl umudum olsun?
Yarın görüşmek üzere!