Bir liberalcinin aklı -(TAMAMI)
Yazı konusunda şanslıyımdır: Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, elimde gazete kesiği var mı diye düşünmeye başladım. Kesiklerin bulunduğu çekmeceyi açtım ve baktım: Üstelik kesiğin manşeti, “Liberalizmin bittiği an...” (Radikal, 11.03.2006) değil mi? Üzerine “Ne Olacak Şimdi?” diye yazmışım.
Olay şu: ABD’nin en önemli 6 limanının işletmeciliğini bir Britanya denizcilik şirketi yapıyormuş. Bu şirket 6 limanın işletme haklarını bir Birleşik Arap Emirlikleri şirketi olan Dubai Ports Worlds’a satmış. Satmış satmasına da ABD siyaseti, “ulusal güvenlik” kaygısı ile bu satışı onaylamamış.
Çağdaş liberalizmin kalesi ABD’de ulusal çıkar ve ulusal güvenlik yüzünden liberalizmin temel ilkesi olan “bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar” tekerlemesinin tekeri kırılıyor.
Son gayri menkul ve bankalar krizinde ABD hükümetinin sisteme müdahalesini anımsayalım. Gene “Laissez passer, laisser faire” rafa kaldırılmış; banka sistemi kurtarılmış ve milyonlarca emeklinin birikimleri buhar olup uçmuş; yoksul insanlar evsiz dilenci olmuştu.
***
Ahlak ve vicdan sahibi bir insan “liberal” olduğunu söylemekten utanır, gizlenir ama Türkiye denen memlekette liberalciliği (“Liberalci” sözcüğünü hakaret olarak kullanıyorum) bir iftihar vesilesi yapan idraksiz yaratıklar var. (Bu yazının Liberal Parti ile herhangi bir ilişkisi yoktur.)
[Laissez faire, “Bırakınız yapsınlar” şeklinde çevrilen bu deyiş ekonomide müdahalenin olmaması gerekliliğini savunur. İlk olarak fizyokrasi düşüncesinde ortaya çıkmıştır. Fransızca “serbest bırakmak” anlamına gelen bir kalıptır. İktisadi anlamda Laissez Faire devletin ekonomi üzerinde olabildiğince az etkisi bulunması gerektiğini, böylece özel sektörün ve piyasa ekonomisinin ticaretin serbest kalmasıyla beraber ekonomik refaha kavuşacağını düşünür.]
“Bırakınız yapsınlar” mottosu, dünyaya mutsuzluk, yoksulluk, sefalet ve savaş getirmiştir. R.T. Erdoğan’a göre her kötülüğün anası içkidir ama aslında her kötülüğün anası liberalizmdir. Hele ki Hazret’in hiçbir şey üretmeyen ve fakat devletçi cumhuriyet ekonomisinin yarattığı, var ettiği değerleri “batan geminin malı” gibi satan liberalizmi. Verdiğin tencereyi sana gemicikler olarak iade eden ekonomi.
***
Oh ne âlâ memleket! Nikâh işçinin, emekçinin, ücretlinin omzuna, bacaklar patronun omzuna! “Laisser passer, laisser faire”in aslına uygun tercümesi budur.
Liberalizmin rezilliğini iktisat kitaplarında somut olarak göremezsiniz. Liberal, her bireyin özel mülkiyet hakkı olduğunu, özel mülkünü dilediği gibi kullanma, alma, satma ve değiş tokuş yapma hakkına sahip olduğunu söyler. Başkalarının canı cehenneme! İnsansız bir nesneler dünyasıdır sanki.
Pavlike onun deel mi (fabrika onun değil mi), ister çalıştırır ister çalıştırmaz, ister satar ister satmaz, ameleyi kulağından tuttuğu gibi atar; sanduka (sendika) da ne lan, ben malımda sanduka-manduka istemem.
1950’ler “pavlikatörü” ile günümüz patronlarının, CEO’larının farkı yok. Çalışanların yüzde yirmisi bile sendikalı değil. Anadolu kaplanlarının, İslamcı sermayenin iş yerlerinde durum daha bir felaket.
Liberal ekonomide sigorta, sendika, emeklilik, sosyal güvenlik gibi insani değerlere yer yoktur. Liberale bıraksan, vergi’yi de asgari ücret’i de kabul etmez.
Liberalizmin alçaklığını, gaddarlığını hiçbir ekonomi kitabı yeterince anlatamaz. Ama edebiyat anlatır! Liberal kapitalizmin ne olduğunu anlamak için Charles Dickens, Balzac, Zola, Orhan Kemal okuyacaksınız. Jack London’un “Demir Ökçe”sini okuyacaksınız.
Liberalizmin hakkından sadece edebiyat gelebilir.
***
Arkadaş, işte şuraya yazıyorum, bu benim lâfımdır: Liberal özgürlük, eşitliği yok eder!
Var etmemesi, yaratmaması bir yana, var olanı bile yok eder. Eşitliğin olmadığı toprakta demokrasi domatesi yetişmez, filizlense de soğuk vurur.
Türkiye’nin kimi “köylü liberalleri” liberal demokrasiden başka bir demokrasi tanımıyorlar.
Liberal düşüncenin ne denli özgürlükçü olduğunu kanıtlamak için Cumhuriyet’in 1923-1950 dönemine ver yansın ediyorlar.
Liberal ekürinin âlimcilerinden Atilla Yayla’ya göre CHP, “Temel hak ve özgürlüklere ve hukukun hâkimiyetine saygının bulunmadığı ve devletin sınırlı olması gerektiği fikrinin iktidar elitleri arasında hiç ilgi görmediği bir tek parti diktatörlüğünün aracı olarak” doğmuş. (Yeni Şafak, 01.08.13)
CHP 9 Eylül 1923 günü kuruldu. Atilla Yayla, o gün için, dünya üzerinde, CHP’de bulunmayan iyiliklere sahip tek bir parti adı veremez. Böyle bir parti ne ABD’de nede Avrupa’da vardır. İngiliz liberalleri mi? Açalım öyleyse defterleri...
***
Atilla Yayla, tam anlamıyla, “kronik” bir CHP düşmanıdır. Aynı yazıda şöyle diyor “Cumhuriyet Halk Partisi adının, cumhuriyet kelimesinin çoğu zaman devlet ile eş anlam taşıdığı dikkate alındığında, Devlet Halk Partisi olarak okunması gerekir.”
Tam anlamıyla “laf söyledi balkabağı” durumu.
Türkçe açısından “Cumhuriyet Halk Partisi” ile “Cumhuriyetçi Halk Partisi” ya da “Cumhuriyetin Halk Partisi” arasında herhangi bir anlam farkı yoktur. Kuşkusuz Atilla Yayla gibi kuru deriden bal çıkarmaya kalkışmadıkça.
İsteyen Cumhuriyet Halk Partisi’ni “Repüblik” sözcüğünü kullanan herhangi bir yabancı dile çevirsin, “Cumhuriyet” sözcüğünü “républicain” (cumhuriyetçi) olarak çevirmek zorunda kalacaktır. Ve CHP’yi Fransızcaya “Parti Républicain du Peuple”, İngilizceye de “Republicain People’s Parti” olarak çevirecektir.
***
Atilla Yayla’ya göre Atatürk ve İnönü kılçıklı diktatördürler. Ben kişisel olarak bu iddiayı kabul ediyor ve “O dönemde kim diktatör değildi?” diye soruyorum.
Günümüze gel! Senin liberallerinin günümüzde sattığı her şeyi o iki diktatörün (!) ekonomik sistemi yarattı.