22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir Osmanlı kızının Almanya günlüğü

Selçuk Ülger

Selçuk Ülger

Site Yazarı

A+ A-

Kızıl kumtaşlarından yapılmış görkemli şatosu, dokuz kemerli köprüsü ve sırt sırta vermiş kayrak çatılı şirin evleriyle görenlerin bakmaya doyamadığı tarihi bir Alman kentidir Heidelberg.

Yemyeşil vadiye gizlenmiş bu büyülü kentin içinden Neckar Irmağı geçer.

Goethe'den Heine'ye, Hölderlin'den Brentano'ya kadar, Eski Köprü'den yürüyen tüm şairlerin yüreğinden nazlı nazlı dizeler dökülmüştür Neckar'ın bulanık sularına. Bazı Alman şairleri, “Kalbimi Heidelberg'te kaybettim.” diyecek denli âşıktır bu kente. Bu yüzden, 'Romatik Kent' olarak da ünlenmiştir Heidelberg.

Bilimin ve bilginin kenti olarak nitelenişi ise, Almanya'nın en eski üniversitesinin, 1386 yılında  bu kentte kurulmasındandır. Ruprecht-Karls-Universität'in bahçesi yontularla bezeli binalarında, deri kaplı kitap sergenleriyle örülü kütüphanelerinde sayısız filozofun ayak izleri vardır.

Bu kente gelenlerin gözleri önce büyüleyici manzaradan, sonra da Alman aydınlanmasının güçlü ışığından kamaşır kalır...

İşte bu tarihi kentin tren garına, 1917 Ekim'inde elinde bavuluyla zarif bir Türk kızı iner.  Adı Şaziye'dir. Darülmuallimat'tan (kız öğretmen okulu) mezun olduktan sonra, İnas Darülfünunun (kız üniversitesi) edebiyat bölümü ikinci sınıfında okurken burs kazanıp Heidelberg'e gelen bu kız henüz 19 yaşındadır. Darülfünun'da edebiyat tarihi hocası olan Ali Ekrem (Bolayır), başarılı öğrencisi Şaziye'ye bir ad daha vermiştir: Berin...

Şaziye Berin, önce Almanca öğrenecek, ardından aldığı bursun koşulu gereği tıp fakültesi okuyacaktır. Yeni bir ülke, yeni bir yaşam, yeni anılar, birden çekip içine alır onu. Heidelberg'te gözleriyle buluşan her şey coşku verir ona. Meraklı bir kızdır. Büyük bir öğrenme hevesiyle sıvar kollarını...

Söz uçar, yazı kalır, diyen boşuna dememiştir; yeni odasına yerleştikten birkaç ay sonra günlük tutmaya başlar Şaziye Berin. Günlüğünün sayfalarına temiz yüreğinden bir yıl boyunca dökülen en sıradan cümleler bile zaman içinde Heidelberg'in fıçı şarabı gibi demlenecek, tatlanacak, değerlenecektir...

Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıl, hem savaş cephesindeki birlikteliği güçlendirmek hem de Alman kültürünün Türkiye'de tanıtılmasını, yerleşmesini sağlamak ereğiyle Türk-Alman Dostluk Cemiyeti kurulur. Bu derneğin de öncülüğüyle değişik alanlarda dostluk ve iş birliği anlaşmaları imzalanır. Birçok Türk genci, bu anlaşmalar çerçevesinde, özellikle 1915-1918 yılları arasında, eğitim, öğretim görmek, staj yapmak  üzere burslu olarak Almanya'nın değişik kentlerine gönderilir.

İstanbul Darülfünunu da, öğrencileri arasından sınavla seçtiklerini, okul yönetiminin belirlediği dallarda öğrenim görmeleri için Almanya'ya yollar. Şaziye Berin burs sınavını kazanır, fakat edebiyat bölümünde değil tıp fakültesinde okuması öngörülür.

Bir başına geldiği Heidelberg'te özel hocasından hızla Almanca öğrenmeye başlar. Dil kursu alırken, sanatı, edebiyatı, müziği, sporu hiç savsaklamaz. Dans ve keman dersleri alır. Temizliğinden, titizliğinden, sıkı düzeninden hiç ödün vermez. Hep iyi giyimli, bakımlıdır. Alman edebiyatının önemli eserleri hep elinin altındadır. Zamanını hiç heder etmez; en küçük boşlukları bile şiirler ezberleyerek, ailesine, dostlarına, hocalarına uzun uzun mektuplar yazarak, keman çalarak değerlendirir. Olgunluğu, varsıl duygu dünyası, dost canlısı oluşu, Heidelberg'te de birçok güzel dostluğun kapısını sonuna kadar açar Şaziye Berin'e. 

Heidelberg'in yüksek yamaçlarında bir kayalığa oturup uzaklarda kalan vatanını düşünür kimi zaman. Kimi zaman, savaş yorgunu yurdundan aldığı kötü haberler, yitirilen memleket toprakları, şehit düşen gencecik askerler içini yakar, sabahlara kadar uyuyamaz, yastığını gözyaşlarıyla ıslatır. 

Savaş Almanya'da kanıksanmıştır artık. Fransız uçakları bazen Heidelberg semalarından kente bombalar bırakır; Şaziye de herkes gibi koşup korkuyla sığınağa saklanır, birkaç saat sonra yaşam eski akışında devam eder...

Bazen Neckar'ın değil, intiharın kıyılarında gezdiren kara bulutlar kaplar Şaziye'nin içini. Bazen döktüğü göz yaşları solan umutlarını yeniden yeşertir. Çok şaşırtıcıdır. Sanki Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkacağı günlerin yaklaştığını ta Heidelberg'ten duyumsar. Ülkesinin küllerinden yeniden doğacağına, yeni bir Türkiye'nin yaratılacağına bütün kalbiyle inanmış satırlar dökülür güncesinin sayfalarına...

Bazen bir sevda rüzgarıyla kıpır kıpırdır yüreği, bir kadeh şarap içer, Neckar boyunca esrik şiirler okuyarak dolaşır. Vatan şairimiz Namık Kemal'in oğlu olan hocası Ali Ekrem Bolayır, düzenli mektuplaştığı hocalarından biridir. O yıllarda intihar eden oğlu Cezmi'nin acılarını biraz da öğrencisi Şaziye Berin'e yazdığı ve ondan aldığı mektuplarla dindirmektedir.

Adı konmamış, tanımlanmamış, sevi'ye yaklaşmış farklı bir sevgi vardır aralarında...

Bilinçli, kültürlü, ahlaklı bir Türk kızıdır Şaziye Berin. Almanya'da yaşamın her alanına yayılmış serbestliği çok ölçülü kullanır; aşırılıklar ona uzaktır. İncelikli davranışlarıyla, erdemli duruşuyla etrafındaki yaşlı, genç bütün Almanların saygısını, sevgisini kazanır.

Ve Heidelberg'teki ilk yılında, 20 Şubat 1918 ile 26 Ocak 1919 tarihleri arasında özenle tuttuğu 192 sayfalık günlüklerinde adı Muammer olan ilginç bir stajyer Türk genci çıkar karşımıza. Matbaa fabrikalarında eğitim almak için aynı kente gelmiş, ince ruhlu, çok kibar, kültürlü bir gençtir Muammer. Sık sık buluşurlar, tiyatroya, sinemaya, gezmeye giderler. Dostluktan öte bir birlikteliktir onlarınki. Muammer'in kendisine duyduğu büyük aşkı günlüklerine bir şair inceliğiyle işler Şaziye Berin. Bu sevdayı hafife alan cümleler kursa da, Muammer'in kendisine duyduğu o sessiz, saf sevdadan da, onun 'yaramaz dudaklarının'  ansızın kondurduğu öpücüklerden de hoşnuttur aslında...

Almanca öğrendikten sonra tıp fakültesi okuma fikrini değiştirir Şaziye Berin, gidip felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Kısa süre sonra da hocası Ali Ekrem'in önerisiyle pedagoji bölümüne geçer. Heidelberg, olanca sevecenliğiyle kucak açar, yıllar sürecek mutlu, coşkulu bir üniversite yaşamı bahşeder bu koca yürekli Türk kızına...

Yeni yetme iken geldiği Heidelberg'ten, Alman edebiyatının önemli yapıtlarını çevirecek denli sağlam bir dil bilinci ve bilgi donanımıyla döner sevgili vatanına. Az insana nasip olacak sınangılar edinmiştir Almanya'da...

                                                                     ***

Bu başı dik Türk kızının günlüğünü tam 105 yıl sonra, bir kez de yazıldığı yerlerde okumak için hafta sonu Heidelberg'e geldim. Yaşamın acemisi sayılacak bir kızın kaleminden bir asır önce dökülen yaşanmışlıkları, bir asır sonra yazıldığı kentin göğü altında olanca canlılığıyla okumanın içimde nasıl bir duygu rüzgarı estirdiğini anlatmaya kalemimin gücü yetmez...

“Şaziye Berin'in Heidelberg Hatıratı”nı bazen nemli gözlerle, bazen gülerek döne döne okudum. Tekrar okumak istediğim bölümleri imlemekten kitabın sayfaları gelincik tarlasına döndü.

Bu kitabı, Almanya'da, özellikle Heidelberg'te yaşayan bütün Türk göçmenlere sesli sesli okumak gibi gerçeküstü düşünceler kapladı bazen içimi. Altını çizdiğim bazı bölümlere kendimce başlıklar koyup heyecanla not defterime aktardım. Tarihi belge niteliği de taşıyan bu günlüklerin bazı bölümlerini burada paylaşmazsam söylediklerim eksik kalacak gibi sanki...

“28 Şubat 1918.

Onda kalktım. Çok idman yapmıştım. Bütün adalâtım acıyor. On dakika idman yapabildim. Yıkandım, giyindim. Hava güzel değil. Bugün mektup almadım. Neşeli değilim. Kahvaltı ettim. Bir saat keman çalıştım. Yemek yedik. Goethe'nin 'Çalılıkta Bir Gül Konçesi' ismindeki şiirini ezberledim. Tekrar bir saat keman çalıştım... Gece Ziya Gökalp Bey'in (Büyük Adamlar ve Cemiyette Tesirleri) makalesini okudum. Onikide yattım.”

“3 Mart 1918.

(…) Fevkalâde müteessirim. Memleketimin az zaman zarfında ne kadar küçüldüğünü ve  milletin ne kadar talihsiz, medeniyetsiz olduğunu düşünerek... Ve gece yatakta saatlerce müteessirdim. Hatta uyuyamadım. Ağladım bile.”

“5 Mart 1918.

(…) Yolda dört Alman kızı gördüm. En büyüğü altı yaşlarında vardı. Kucağında iki üç aylık bir çocuk. Etrafında diğerleri kardeşleri olacak... Hepsi de güzel. Elimi cebime soktum, avcuma dolan parayı onlara tevzi ettim. Aaa,aa, diye hem hayret ediyor hem de seviniyorlardı...Daha fazla bakamayarak hızlı hızlı postaneye gittim...”

“15 Mart 1918

 (…) Frau Blancer, bir Alman'la evlenir misin? diye söylüyordu. Bir Alman'la evlenmem, dedim. Frau doktor, Frolayn Neşe katiyen bir Türk'le evlenmem, bir Alman'la evleneceğim, diyordu, dedi. Aa, öyle mi? Dedim... Akşam konserte (konser) gideceğimden elbiselerimi değiştirdim. Konsertte (konser) iki kız piyano çaldılar. Fevkalâde buldum...  ”

“19 Mart 1918.

(…) (Berlin dönüşü) Gece saat dokuzda trenimiz hareket etti. Safiye ile trende çok eğlendik. Hüseyin Rahmi'nin kitaplarını okuduk. 'Sevda Peşinde'yi (roman) trenin penceresinden attım. Frankfurt'ta aktarma yaptık. Trende birkaç Alman'la arkadaş olmuştuk. Onlar bize yardım ettiler. Onbirde Heidelberg'e geldik. Havalar biraz bozuktu. Fakat biz çok eğlendik. Bir gece Safiye ile kahveye gittik. Herkes bize bakıyordu... Sonra çıkarken baktık ki kapıda bir alay gençler bizi bekliyor. İkimiz hayret ettik...”

“20 Temmuz 1918.

(…) Beşte tramvaya bindik, Bad Homburg tarikıyle Frankfurt'a geldik. Orada meşhur katolik kilisesini gezdik... Ahali fevkalâde dindar. Goethe zamanına kadar kralların taç giydikleri salonları gezdik. Römer meydanına gittik. Frankfurt'un eski kısmını gezdik. Garip ve fevkalâde dar sokaklar. Damlar birbirine bir karış kadar yakın. Goethe'nin evini gördük. İstanbul evlerine benziyor. İstasyona giderken yabancı olduklarını anladığım birkaç beyin yanına gittim. Pek garip oldu. Meğerse hepsi Türkmüş. Bir iki saat onlarla bir kahvede oturduk. Siyah Yıldız'da (Schwarzer Stern)

yemek yedik. (…)”

“30 Temmuz 1918.

(…) Muammer'in evine gittik... Küçük zarif bir odası var. Neckar Nehri penceresinin önünde akıyor. Bana resimlerini gösterdi. Sonra yine el ele benim eve kadar geldik. Daha ay çıkmamıştı.

Yıldızların ziyaları altında yürüdük... ”

“1 Ağustos 1918.

(…) Goethe'nin Verter'inden okudum. Yemekte iken Muammer geldi. Onunla Kümmelbaharhof'a kadar tramvayla gittik. Şarap içtik. Dönüşte el ele latif Neckar sahilinde iki saat yürüdük. Birbirimize sen ve Şaziye, Muammer, demeye başladık. O da bugün öyle düşünmüş. Kapıdan ayrılırken gecen hayır olsun diye elimi zarif bir surette öptü ve gitti. Güzel çocuk...”

“4 Ağustos 1918.

Yatakta iken taahhütlü mektup aldım. Annem beni Avni Bey'le nişanladıklarını yazıyor. Keman çalıştım. Yemekten sonra Muammer geldi...”

“9 Ağustos 1918.

Muammer yine güzel çiçeklerle odama geldi ve monjur diyerek elimi öptü. Kahvaltı ettik. Beni ilk gördüğü günler nasıl sevdiğini ve benim onu seveceğimden ne kadar ümitsiz, Neckar sahilinde ağladığını anlattı. Cesaretsiz cümlelerle, acaba senin gibi bir zevceye malik olacak mıyım, Şaziye diyordu...”

“1 Kasım 1918, Cuma.

Türkiye dün öğleyin mütareke akdetmiş. (Mondros Mütarekesi, 31 Ekim 1918)”                                                 

“14 Kasım 1918

Beşeriyet ve vatan endişesi beni yine intihara sürükledi. Rut'a söyledim. Beraber intihara karar verdik. Uzun uzun teselliler, umutlar arasında onu yine unuttuk...”

“24 Kasım 1918.

(…) Karl Thedor Köprüsü'ne gelmiştik. (…) Burada sular büsbütün donarak hışıldıyor, suya akseden ziyalar bile donuyor, titreşiyordu. Diyana'nın heykelini biraz geçmiştim ki, birdenbire durdum ve arkadaşlarıma yollarına devam etmelerini rica ederek parmaklığa dayandım. Vatanı hatırladım. Bu güzellik bana vatanımın cesedi gibi geldi. O cesede atılmak, orada ağlamak, ona karışmak istedim. Kendimden geçmişim. Beynim sisler içinde kalmıştı. Arkadaşlarım anlamamış olacaklar, bir türlü yanımdan gitmiyorlardı. Rica ettim, sert söyledim. İnsanların sır olduğunu, ne istersem yapmak hakkına malik olduğumu söyledim. Bir türlü gitmediler. (...) ”

                                                                         ***

Sizin de yolunuz yakında Neckar kıyılarına düşecekse, “Şaziye Berin'in Heidelberg Hatıratı”nı mutlaka hemen edinin ve çantanıza koyun. Günlükleri okudukça, bir Türk kızının Heidelberg sokaklarında hâlâ çınlayan coşkulu sesini işitecek, tertemiz anılarına dokunacaksınız... 

 Notlar:

*    1994 yılında İstanbul'da yaşama veda eden aydın Türk kadını Şaziye Berin'i saygıyla anıyorum.   

** Bu günlükleri büyük emeklerle Osmanlıcadan çevirip gün ışığına çıkartan yazar Hakan Sazyek'e bir okur olarak yürekten teşekkür ediyorum.  

*** “Bir Osmanlı Kızının Almanya Günlüğü”

              Hazırlayan: Hakan Sazyek

             1. Basım, Ocak 2020.   170 sayfa.

             Çolpan Kitap / Ankara