Bir seçim stratejisi olarak paranoyaklaştırma
Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın PKK-FETÖ hayır dediği için evet diyoruz demesi ve yandaş kanallarda halkoylamasında “hayır” oyu vermenin şeytana hizmetle özdeş gösterilmesi gibi olaylar, AKP’nin referandum taktiğini gerginlik üzerine kurduğunu gösteriyor. Seçmenleri kutuplaştırmaya yol açan ifadeler en yukarılardan dillendirilince, aşağıda bazı imamların vaazlarını parti propagandasına çevirmesi ya da birtakım alt düzey AKP kadrolarının Atatürk’e ve Cumhuriyet’in kazanımlarına karşı kinlerini kontrolsüzce dışa vurmaları şaşırtıcı olmuyor.
AKP’nin temel ihtiyacı 1 Kasım genel seçimlerinde aldığı yüzde kırk dokuz oyu pekiştirmek. Eğer bu oranı “elde var bir” haline getirebilirse iş kolaylaşacak. Kutuplaştırma bunun için gerekli. AKP’ye oy vermiş seçmenler, güzel olan her şeyi bozmak için dışarıda fırsat kollayan düşmanlardan oluşmuş bir dünyanın varlığına ikna edilebilirse, yüzde kırk dokuz oy bir kez daha cepte demektir. Böylece MHP’den ve HDP seçmeninin muhafazakâr kesimlerinden gelecek oylarla halkoylamasının kazanılacağı hesaplanıyor.
Bu koşullarda “hayır” cenahının kutuplaşmayı teşvik edecek, nefret içeren hareket ve söylemlerde bulunması, hükümet açısından işleri çok kolaylaştırırdı hiç şüphesiz. Ancak durumun böyle olmadığı görülüyor. Eğer süreç böyle devam ederse, AKP seçmenleri içinde “kapıdaki düşman”ın varlığına ikna olmayanlar, meseleyi parti taraftarlığının ötesinde bir sağduyu ile ele almaya yöneleceklerdir. Bu “tehlike” karşısında AKP ne yapabilir? Örneğin farklı ve daha kuşatıcı bir propaganda diline yönelebilir mi?
Geçtiğimiz günlerde basında “hayır” oyu verecek olanları terörizmle özdeşleştiren üslubun, AKP saflarında karşılık bulmadığı, seçmeni ikna etmeye yetmediği yolunda haberler duyuldu. Buna göre, Erdoğan ve Yıldırım, konuşmalarında daha yapıcı ve kazanıcı bir ton tutturacaklardı. Ancak aradan geçen zamanda bu yönde bir üslup değişikliği beklentileri boşa çıkmış görünüyor. AKP’nin önceki seçim kampanyalarında duymaya alıştığımız “aynı bağın gülüyüz, hepimiz birlikte Türkiye’yiz” türünden mesajlara bu kez hiç itibar edilmiyor.
Aslında her iki taraf açısından da halkoylaması sürecinde izlenebilecek iki ana strateji var. Birincisi seçmenlerin birbirlerinden nefret eder hale getirilmesi ve “ötekine karşı” negatif oy kullanmasının sağlanması. İkincisi anayasa değişikliğini enine boyuna tartışmaya açıp, seçmenlerin bir fayda-maliyet analizi yapmalarının sağlanması. Birinci strateji ötekileştirme, etiketleme ve nefret üzerinden, ikinci strateji bilgilendirme ve ikna üzerinden ilerlemek zorunda.
AKP’nin halkoylamasında açıkça kutuplaştırma ve seçmenleri birbirlerine karşı germe stratejisi izlemesinin en büyük nedeni, başkanlık oylamasının içeriği konusunda elinin çok zayıf olması. Bu durumda amaçlar araçları belirliyor. Getirilen değişikliklerin ülkeyi daha demokratik hale getireceğine ilişkin esaslı bir iddianız olmayınca kampanyanızı daha önce size oy vermiş olanları konsolide etmenizi sağlayacak “biz ve onlar” stratejisine göre kurmak zorunda kalıyorsunuz.
AKP seçmenlerinin hiç CHP’li komşusu, MHP’li meslektaşı, Vatan Partili akrabası, Saadet Partili arkadaşı yok mu bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa, toplumun AKP’ye oy verenler dışındakilerinin PKK’lı veya dinsiz olduğunu düşünen birinin en hafif deyimle paranoyak olduğudur. Zihnen sağlıklı seçmenlerin yüzde ellisinden fazlasını geri kalanı hakkında paranoyakça bir algıya ikna etmek pek kolay bir şey değildir. Nitekim arkada kalan yıllarda yapılan seçimlerde AKP her ne kadar özellikle anamuhalefet “ce ha pe”ye karşı gerilim arttırıcı bir dil kullansa da, seçim kampanyalarının merkezi temasını birlik, dayanışma ve ittifaklar temeline oturtmuştu.
Bir zamanlar Necip Fazıl’a atfen sosyal medyada dolaştırılan bir görsel vardı. Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ise ya satılıktır ya kiralık diyordu. Bunu sosyal medyada paylaşan “imanlı” yurttaşlarımız, türban takmayan milyonlarca annenin, kız kardeşin, arkadaşın, akrabanın ve öğrencinin “fahişe” olduğunu kastettiklerinin farkında bile değillerdi. Bu da onun fikridir deyip geçebiliriz elbette. Ama şehitleri kendi partisinin hanesine yazma, dindarlığı parti tutmayla özdeşleştirme, oy vermeyenleri terör örgütlerinin hizmetkârı ilan etme türünden fikirler ülkeyi yöneten kadrolardan yayılmaya başlarsa, bir toplumsal model oluşmaya başlar. O yöneticilere saygı ve bağlılık duyan, onların sözlerini referans kabul eden insanlar arasında diğer yurttaşlara karşı kin tutma başlar. Yurttaşlar arasına nifak girer. Kin varsa intikam vardır. Birbirlerine kin duyan insanlar komşuluk yapmaz, askerde birbirine sırtını dönmez, birbirinin güvenliği için nöbet tutmaz, birbirinin dükkânından alışveriş yapmaz, sosyal ilişkilerinde birbirine karşı adil davranmaz, Birbirine düşmanca gözlerle bakan insanlardan oluşan böyle bir toplumda kul hakkı yemek yoktur, düşmandan alınan ganimet vardır. Siz FETÖ’cülerin ahlaken bu kadar düşkünleşmesi nasıl oldu sanıyorsunuz?
Referandumda hangi sonuç çıkarsa çıksın, birbirimizi şimdiden bu kadar ağır biçimde suçlayacaksak, 16 Nisan’dan sonra ya yüz yüze bakamayacağız ya da işi yüzsüzlüğe vuracağız demektir. Ben ikisini de bu millete yakıştıramıyorum.