23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bir varil su, bir varil petrol

Oktay Yıldırım

Oktay Yıldırım

Eski Yazar

A+ A-
Barzani’nin attığı adım sadece Kerkük’ü tehdit etmiyor, bardağımıza koyduğumuz bir yudum suya da göz dikiyor. Buna boş diplomasi ya da sükut ile cevap vermenin sonu, yarın bir yudum suya muhtaç olmaktır.
Medeniyetin başlangıcından beri ekilen buğday, hâlâ insanoğlunun temel besin kaynağıydı ve yapılan melezleştirme çalışmaları nedeniyle dünyadaki birçok buğday türü zayıflamış, hastalıklara açık hale gelmişti. Baron Rotschild’in yardımıyla ziraat eğitimi alan Aaron Aaronsohn, 1905 ve devam eden birkaç yılda Ortadoğu’nun her yerinde bir buğday türü arıyordu.
Aaronsohn aynı zamanda gezdiği bölgelerdeki su kaynaklarının yerlerini belirliyor, askeri birlikler hakkında bilgi topluyor ve haritalardaki yanlışlıkları düzeltiyordu.
Nihayet, aradığı buğdayı Golan Tepeleri yakınlarında bulmuştu…
Bu gezileri sırasında daima İngiliz istihbaratı ile birlikte olan Aaronsohn, daha sonra bağımsız İsrail için kurulan İngiliz destekli bir terör örgütü olan NİLİ’nin lideri olacak ve bu uğurda Osmanlı’ya karşı mücadele ederken İttihatçılar tarafından bütün örgütüyle birlikte ortadan kaldırılacaktır. Ama, Abdülhamit’in verdiği yerleşim ve çiftlik kurma izniyle çoğalan yerleşimciler sayesinde İsrail aynı yerde, aynı çizgide kurulacaktır.
Yani, İsrail kuruluşundan itibaren bir tarım ve savaş devletidir.
Bugün Türkiye’nin de en büyük tohum tedarikçisi olan İsrail dünyanın en ileri tarım teknolojilerinden birine sahiptir.
İSRAİL'İN SU SAVAŞLARI
Ve tarım yapmak için her şeyden daha fazla gerekli olan şey sudur.
Ama Güney Lübnan-Ürdün-İsrail üçgeni suyun her şey için en yetersiz olduğu bölgedir. Bu nedenle İsrail’in geçmişteki (1967 savaşında yukarı Ürdün nehri ve Banyas kolu ele geçirildi, 1978-2000 arasında Lübnan işgalinde Litani nehrinden yasadışı olarak su çekildi, vb.) ve günümüzde hâlâ devam eden (Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan tepeleri) çatışmalarının temel nedenlerinden biri kıt su kaynaklarına tek başına hâkimiyettir.
Her ne kadar su teknolojisinde belki dünyanın en ileri ülkesi olsa da, deniz suyundan sulama ve içme suyu elde etse de, hatta son yıllarda havadaki nemi bile içme suyuna dönüştürse de bütün bunlar ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktadır.
İsrail’in yıllık su ihtiyacı yaklaşık olarak 2,5 milyar m3. Şu anda yaklaşık olarak 510 milyon m3 olan deniz suyu arıtma kapasitesinin 2020 yılında 750 milyon m3 olması hedefleniyor. Haydi oldu sayın. 300 milyon Lübnan’dan, 350 milyon Suriye’den (Golan tepeleri) 320 milyon da Batı Şeria üzerinden geliyor. Ama… Yetmiyor işte…
Hepsinin toplamı yine de ihtiyacı karşılamıyor. Kaldı ki yeraltı suyunun birim maliyeti 25-30 cent, deniz suyu arıtımının ise 70-85 cent. Üstelik bu tesislerin temel yakıtının doğalgaz olması ülkenin doğalgaz ihtiyacını da arttırıyor. Bu da İsrail’i Akdeniz’in güneyi ya da Kıbrıs çevresi gibi kendi topraklarının dışında doğalgaz aramaya ve daha saldırgan olmaya itiyor.
BATI KAMPI DA SU PEŞİNDE
Sonuçta İsrail’in daha fazla su kaynağına ihtiyacı var. Çözüm için sivri önerileri de yok değil. İbrani Üniversitesi'nden Prof. Hillel Shouval’a göre, Golan meselesinin yarattığı su sorunu Türkiye’nin Suriye’ye daha fazla su bırakmasını sağlayarak çözülebilir. Türkiye, Fırat’tan daha fazla su bırakınca, Suriye de Ürdün’e Yarmuk Dağı’ndan daha fazla su akıtabilecek, Ürdün daha fazla suya kavuşunca Ghor kanalından Filistinlilere akan su miktarı da artacağı için, Suriye’nin Golan konusundaki itirazlarının gerekçelerinden biri kısmen de olsa ortadan kalkacak. Böylece İsrail’in Golan’dan çekilmesine gerek kalmayacak… Kafaya bakın! Zor, hatta imkânsız olabilir, ama İsrail istiyor! O halde akan sular durmalı, duran sular akmalı değil mi?
İsrail bunu söyleyince bütün Batı kampının meseleyi bir görev haline getirmesi elbette kaçınılmazdı. Mesela BM konuya başka bir açıdan yaklaşarak daha 1994 yılında (ABD bölgeye geldikten sonra.) yayınladığı raporunda “2005’ten itibaren Türkiye’de kuraklık başlayacağını, 2015’te su sıkıntısı çekileceğini, 2040’ta ise susuzluktan kırılacak olan Suriye ve Irak’ın Türkiye’deki barajlara füze saldırısı bile düzenleyeceğini” ileri sürmüştür. AB’nin yaklaşımı ise üyelik müzakereleri üzerinden olmuştur. Avrupa Parlamentosu ve komisyonunun 2004 yılında yayınladıkları bir rapor Türkiye’nin suları üzerinde egemenlik tezinden vazgeçip adil dağıtım statüsünü benimsemesini, İsrail ve komşularını dikkate almasını salık vermektedir.
BM’in korkutması da, AB’nin baskısı da sadece İsrail’in su sorununu çözmek için değil, aynı su kaynaklarına hâkim olarak tekelleşmek ve bugünkü petrolün işlevini suyla sürdürmek için... Ama şu ana kadar olmadı…
IRAK VE SURİYE SU İÇİN PARÇALANIYOR
O halde su kaynaklarına hâkim olmanın başka bir yolu bulunmalıydı.
Bugün Dicle ile Fırat’ın Suriye ve Irak topraklarına geçtiği ve suyun en yoğun olduğu bölgelerin Barzani ve PYD kontrolünde olması tesadüf mü? Bunlara en fazla desteğin İsrail ve ABD tarafından verilmesi tesadüf mü? Düşünün Suriye’nin en büyük barajı olan Tabka artık bir Amerikan üssü…
“Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” isimli kitabından hatırlayacağınız, ABD Ulusal Kalkınma Ajansı yöneticilerinden John Perkins şöyle demişti: “Irak bizim için, ilk bakışta göründüğünden çok daha fazla önemliydi. Yaygın kanının aksine, Irak sadece petrol demek değildi. Aynı zamanda, su ve jeopolitik de demekti. Irak, hem Dicle, hem de Fırat nehirlerinin geçtiği iki ülkeden biri olduğu için gittikçe kritik hale gelen su rezervlerinin en önemli kaynaklarını kontrol etmektedir. Suyun gerek politik, gerekse ekonomik olarak önemi, enerji ve mühendislik sektöründeki bizler için daha 1980’lerde belirgin bir hal almaya başlamıştı.”
BARZANİ HALKINI MARABA YAPACAK
Onların 1980’lerde gördüğünü biz şimdilerde görelim bari. Bakınız teknoloji büyük bir hızla ilerliyor. Artık fosil yakıtlara karşı seçenekler çoğalıyor, ama suyun başka seçeneği yok. Ortadoğu’da su güvenliği sağlanmadığı müddetçe barış filan olmaz.
Barzani’nin attığı adım sadece Kerkük’ü tehdit etmiyor, bardağımıza koyduğumuz bir yudum suya da göz dikiyor. Buna boş diplomasi ya da sükut ile cevap vermenin sonu, yarın bir yudum suya muhtaç olmaktır.
Bu varoluş pazarında Barzani ve müritlerine düşen pay ise İsrail’in yeni sulak topraklarında marabalıktan öteye geçemez. Maraba biraz kaba kaçtıysa, Yahudiler Goyim diyor, belki ilerde Kürtçesini de bulurlar…
Barzanistan referandumunu savunan demokrasi fetişistleri ne kadar anlayabilirler bilmiyorum, ama işte bir Halid-i Nakşi şeyhinin müritlerini götürdüğü “cennet” bu İsrail tarlalarıdır, üstelik karın tokluğuna bile değil, sadece bir bardak su karşılığında…
İsrail ise Barzanistan’a verdiği destek karşılığında büyük tarımsal buluşlarına bir yenisini daha eklemiş olacaktır: “Su ile çalışan araçlar…”
Irak işgaline karşı direnişin liderleri bunu bildikleri için “Bir varil petrol, bir varil su ile değiştirilinceye kadar suyu kısmakla” tehdit ediyorlardı. Artık bunu yapabilecek tek ülke Türkiye. Ama aklı başında, Irak, Suriye, İran ve Rusya ile birlikte şekillendirilecek bir dış politika ile…
Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları