A+
A-
Bir zamanlar Ankara’da Türk-İş vardı
Yayınlanma:
Bağlantıyı Kopyala
Anlatacağım yaşanmış olayı belki duymuşsunuzdur. Alman imparatoru sarayının bitişiğindeki arsanın üzerine ek bina yapmak ister. Arsa sahibi köylü, arsasını imparatora satmak istemez. Saray görevlileri arsa sahibi köylüye, “O koskoca imparator, onun karşısında direnemezsin, gerekirse arsanı zorla alır ve hiçbir şey yapamazsın” der. Arsa sahibi köylü onlara tarihe geçen ve kimsenin unutmaması gereken bir cevap verir: “O İmparator ise Berlin’de de hakimler vardır.”
Bu cevap bağımsız yargının ne kadar önemli olduğunu ve bir köylünün imparatora karşı yargıçlara ne denli güvendiğinin çok önemli bir örneğidir. Bağımsız yargı ve o yargının yürekli yargıçları bir toplumun geleceği ve âdil devlet düzeni için yaşamsal önemdedir. Bir köylünün bağımsız yargıçlara güvenerek, haklı bir konuda, imparatora bile kafa tutabileceğini çok güzel anlatmaktadır. Eğer bir toplumda insanlar bağımsız yargıya ve yargıçlara güvenemiyorsa o toplumun çivileri yerinden oynamış ve her an yıkılmaya hazır demektir.
Bu cevap bağımsız yargının ne kadar önemli olduğunu ve bir köylünün imparatora karşı yargıçlara ne denli güvendiğinin çok önemli bir örneğidir. Bağımsız yargı ve o yargının yürekli yargıçları bir toplumun geleceği ve âdil devlet düzeni için yaşamsal önemdedir. Bir köylünün bağımsız yargıçlara güvenerek, haklı bir konuda, imparatora bile kafa tutabileceğini çok güzel anlatmaktadır. Eğer bir toplumda insanlar bağımsız yargıya ve yargıçlara güvenemiyorsa o toplumun çivileri yerinden oynamış ve her an yıkılmaya hazır demektir.
BİR ZAMANLAR ANKARA’DA
1965 yılından bu yana işçi hareketinin ve işçi sendikalarımızın içindeyim ve davaları ile yakından ilgiliyim. 1967 yılında Çorumlu işçilerle yürüdüm, 1969'da Gaziantepli belediye işçileri ile grev yaptım, yurtdışında onları temsil ettim, davalarına baktım ve sürekli yanlarında oldum. Bu nedenle Türk-İş’in genel başkanlarının hepsini, Yassıada’da yargılanan Nuri Beşer’le başlayarak, yakından tanıdım. Kurulduğu günden bugüne Türk-İş hiçbir zaman bu kadar güçsüz ve yöneticileri bugünkü kadar korkak bir görüntü vermedi. 1961 yılını hatırlıyorum. O zamanlar Ankara’da müthiş bir Türk-İş vardı. 1961 Anayasası'na toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı (lokavt diye bir hak o Anayasa’da yoktu) temel bir hak olarak yazılmış ama yürürlüğe girdiği halde Meclis bu hakların yasalaşması için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Avni Erakalın’ın başkanı olduğu İstanbul Sendikalar Birliği ve Türk-İş 31 Aralık 1961 tarihinde İstanbul’da Saraçhane Meydanı'nda bir miting yapma kararı aldı. Çevre illerden gelen işçilerle birlikte meydanda 300 bin işçi toplandı. Halil Tunç yaptığı konuşmada bu hakları işçilerin yıllardır beklediklerini ve hakları gerekirse söke söke alacaklarını söylediğinde meydan müthiş bir alkış tufanı ile inledi. Bu mitingden kısa bir süre sonra Meclis çalışmalara başladı ve haklar 274 ve 275 sayılı yasalar olarak hukuki nitelik kazandı.
İŞÇİNİN GÜCÜ KULLANMASINI BİLENİ YÜCELTİR
Saraçhane mitingi şunu kanıtladı: İşçinin gücü vardır ve doğru kullanıldığında alamayacağı sonuç yoktur. İşçinin gücünü ülke çapında konfederasyonlar temsil eder. 1960’lı yıllarda dorukta olan ve o zamanlar Türk-İş tarafından temsil edilen bu güç sonraki yıllarda sulandırıldı ve günümüzde tamamen yok edildi. Örgütlü işçinin çoğunluğunu temsil eden Türk-İş, hükümete yaranma yarışında Hak-İş’e yenik düşme aşamasına bile gelmiştir. Yakın bir gelecekte işçilerimizi yurt dışında Hak-İş temsil edecektir çünkü iktidar partisine yalakalık yarışını o kazanmak üzeredir. Bir zamanlar çok umut bağlanan DİSK, doğu illeri belediyelerinde ideolojik örgütlenmede başarılı olmuş Genel-İş Sendikası'nın elinde oyuncak olmuştur. Geçen 1 Mayıs’ta Bakırköy’de Apo bayrakları açıldığında, PKK marşı söylendiğinde kürsüde Kani Beko’nun çaresizliğini ilan etmesi bu yüzdendir. Bu üç konfederasyon da işçi haklarının korunmasında son derece yetersiz ve pasiftir. Bunun son örneği hazırlanan İş Mahkemeleri Yasa Tasarısı Taslağı ve Mecburi Tahkim Yasa Tasarısı'dır. Bu iki hazırlık işverenlerin kolay işçi çıkarmasına yöneliktir ve işten çıkarılanların mahkemelerde hak aramasını engellemeye dönüktür. İşten çıkarılan işe iade davası açamayacak, önce mecburi tahkime gidecek ve büyük ihtimalle tazminatını almaya zorlanarak işsizler ordusunun neferi olacaktır. AKP hükümeti grev erteleme şampiyonudur ve grevleri hiç çekinmeden erteleyerek özgür sendikacılığı yok etmektedir. Bu üç konfederasyon bu konularda susarak bir suçlu gibi yere bakmaktadırlar. Konfederasyonların 1960’lardan bugüne geldikleri noktaya baktıkça işçilerimize çok yazık oluyor demekten kendimi alamıyorum.