Biraz nostalji: Karınca Ezmez Şevki
Amacım nostalji yapmak değil,aksine gelişi-güzel sayfalarını karıştırdığım bir dergide karşıma çıktığı için yazma gereği duydum...
Bazen,gündemin ana caddesinden sapıp, bir başka sokakların içinde kaybolup gitmek iyi geliyor insana...
Ya da Galatasaraylı olmak başka bir şey olarak da algılanabilir bu yazı.
İnanın hepsi kabülümdür...
“...Otuz yıl önceydi. Sanıyorum 30’lu yıllar...
Bir gün Yeşilköy’de bir köşkün bahçesinde sarı kırmızılı bir Avrupa gülü gördüm.
Rengi öylesine çekiciydi ki...
Yanına yaklaştım, kokladım.
Kokusu da çok güzeldi.
İşte o gün bende çiçek sevgisi, sarı-kırmızı renk sevgisi ve güzel koku sevgisi başladı...”
O; yaşamı boyunca bu üç sevgiyi hem giysilerinde hem de yüreğinde taşıyıp durdu.
Bıkmadan, usanmadan, karşılıksız bir sevdaya rağmen...
Ya sonrası...
Öykümüz burada başlar.
Bir zamanlar, çok değil, 50’li ve 60’lı yıllarda İstanbul caddelerinde giysileri gibi dolmuş yaptığı otomobili de baştan aşağı sarı-kırmızılı renklerle bezenmiş garip bir adam dolaşırdı.
Yalnızca boya fıçısına düşmüş gibi renkli giysileri ve arabasıyla değil tavırlarıyla da garipti.
Yolun tam ortasında durur, sağ elini bir saygın kişiyi selamlarcasına havaya kaldırır, öy-
lecene bir on dakika hiç kımıldamadan dururdu.
Trafiğin tıkanması, çevresindekilerin alaylı kimi zaman ise kızgın bakışları umurunda bile olmazdı.
Bu yüze aşina olanlar ise hiç seslerini çıkarmadan onu yalnızca izlemekle yetinirdi.
Çünkü o garip adam şoför Şevki Güney namı diğer Karıncaezmez Şevki’ydi.
İstanbullular onun tüm gariplikleri gibi olur olmaz yerlerde, aklının her estiği yerde (daha çokta Galatasaray Li-
sesi’nin önünde) 1930 model Austin marka 55183 İstanbul plakalı arabası nı stop edip selam durmasına da aşinaydılar.
Bu sessiz selam, daha sonra 47’liler kuşağının sol yumruklarını havaya kaldırdıkları protestodan ya da ülkücü gen-
çliğin kurt başı selamından çok farklıydı.
Bu selam; bir karşı koymanın, bir öfkenin, bir isyanın değil; aksine meftunu olduğu sarı-kırmızılı renklere bir saygının,
bir sevginin daha da ötede bir deva bulmaz tutkunun sessiz bir ayini gibiydi...
1910 doğumlu gerçek adı Şevki Güney olan Karıncaezmez Şevki, henüz bu karasevdaya düşmeden önce belediye otobüslerinde şoförlük yapıyormuş.
O zaman yalnızca bir tutkusu varmış, o da mendil cebine koyduğu hiç solmayan çiçekleri.
Çiçekleri gerçekten de hiç solmazmış, çünkü çiçekler mendil cebinin içine yerleştirilmiş içi su dolu küçük bir şişenin için de olurmuş.
Hiç üşenmeden günde üç kez şişenin suyunu değiştirir çiçeklerin solmasını önlermiş.
Bir gün, yine, uğursuzluk getirdiği için sokulmadığı bir Galatasaray’ın maçını stadın dışında görmeden, yalnızca seyircilerin tezahüratı eşliğinde izlemeye başlamış.
O sırada Galatasaray bir gol atmış. Şevki öylesine sevinmiş ki, bir süre önce seyircinin türbinden atarak kardığı kolundaki
alçıyı hiç düşünmeden parçalamış ve bilinen selamını vermiş.
Bu selam Şevkinin son selamı olmuş.
Mikrop kapan sağ kolu kangren olup SSK Hastanesi’nde görevli doktor Ergun Dizdaroğlu ve Prof. Ali Uras tarafından kesilmiş.
Karıncaezmez Şevki 2000 yılının Mart ayının son günlerinde öldü...
Saat farkıyla Galatasaray’ın Avrupa finalini göremeden.
Ölüsüne gönderilen çiçeklerin bedeli,yoksul yaşamanın bir kısmını rahatça geçirtecek kadar yüksekti...
Her maçtan sonra zaferlerini kurşun seslerinin dehşet şamatalarıyla sözüm ona kutlayan şehir magandalarının yanında, bir zamanlar Karıncaezmez Şevki’nin sadece sağ elini kaldırıp sessizce saygı duruşunu “uğursuzluk” sananlar; bir karasevdalının yalnızca kolunu kırıp, çiçeklerini değil, aynı zamanda yaşamını da soldurup bu kenti amigosuz, sevdasız ve de renksiz bıraktıkları için sonrasında vicdanlarının sesini hiç duyar gibi olmuşlar mıdır?
Bilemiyorum...
Dedim ya, eski bir derginin sayfalarını karıştırırken karşıma çıktı....
Nostalji; her zaman geçmişe duyulan özlemleri değil, kimi zaman bedeli ödenmemiş acıları da kapsıyor...