26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Birinci Dünya Savaşı'nın 100. yıldönümü – Bölüm 2

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-


29 Ekim, Cumhuriyetimizin kuruluşunun yıldönümü olmasının yanı sıra, aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'na girişinin 100. yıldönümü de sayılabilir. Göben ve Breslau'nun yeni adlarıyla Yavuz ve Midilli olarak Osmanlı Devleti'nin bayrağı altında Rusya sahillerini bombalamaya başlamalarının tarihi, 29 Ekim 1914'tür. Bunun üstüne 3 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da da İngiltere, Osmanlı Devleti'ne karşı savaş ilan etmiştir.

Bu yazının birinci bölümünde, 20. yüzyılın başlarında bir sömürgenin el değiştirmesinin, o sömürgeye egemen olan emperyalist ülkeyi yenmekten geçtiğini belirtmiştik. Çünkü o dönemde sömürgeler, kendi kaderlerini belirleyecek bir özgüce henüz sahip değildiler. Savaş öncesindeki son on yıl içinde demokratik devrim atılımlarıyla yeniden dünya sahnesine çıkmış olan Türkiye, İran, Çin gibi yarı sömürgeler ise, bu açıdan farklıydılar. Onlar geçmişte insanlığın ortak gelişim sürecine yön vermiş ve emperyalizm tarafından silinmek istenen bir tarihe sahiptiler.

EMPERYALİZMİN FARKLI İKİ TUTUMU

Dünya savaşlarında yenilen emperyalist ülkeler, küçültülmüş, ağır baskı altına alınmış, yeniden güçlenmelerinin önüne geçilmek istenmiştir. Ama hedef, hiçbir zaman bu ülkelerin milli devletlerinin toptan yok edilmesi olmamıştır. Almanya, birinci savaştan sonra kısa sürede ikincisini çıkaracak kadar güçlenmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya, Japonya ve İtalya'nın yaşadıkları gelişme süreçleri ortadadır. Ama 1. Dünya Savaşı'nda emperyalizmin Türkiye'ye ilişkin hedefi, Türkiye'yi parçalayıp küçültmekten ibaret değildi. Hedef, Türklerin tarihini silmenin de ötesinde, Türkleri Anadolu'dan sürerek tarihten silmekti.

Bazıları, bugüne can suyu taşıyan damarları tıkamak amacıyla, milli kurtuluş mücadelemizde savaş meydanında kazanılmış zaferleri masa başında “tarihten silmeye” çalışıyorlar. Milli Kurtuluş Savaşı'nın emperyalizme karşı verilmiş bir savaş olmayıp, bir Türk-Yunan savaşından ibaret olduğundan dem vuruyorlar. Bu savaşı ve onu taçlandıran Cumhuriyet Devrimi'ni değersizleştirmek için, Kurtuluş Savaşı'nda verilen kayıpların dünya savaşıyla karşılaştırıldığında yok denecek kadar az olduğunu ileri sürüyorlar.

'GAFLET VE DALALET'İN BÜYÜKLÜĞÜNÜN KANITI

Her olgu gibi, bu olgunun gösterdiği bir gerçek de kuşkusuz vardır. O da, bugün bu görüşleri ileri sürenlerin o dönemdeki seleflerinin, “kolaylıkla” yenilebileceği daha sonra eylemli olarak kanıtlanmış olan emperyalizmin “yenilmezliği”ne dair çığırtkanlık yapıp milli mücadeleyi düşman ilan etmekle içine düştükleri “gaflet ve dalalet”in ne kadar büyük olduğudur. Aslında Anadolu'ya kendileri yerine devşirme bir güç olarak Yunan ordusunu gönderen “savaş yorgunu” İtilaf Devletlerinin “yenilebilir” olduklarını kestirmek kuşkusuz bir “zaaf” değil, olsa olsa tarihin “keskin bir gözle okunuşu”nun bir göstergesidir.

I. DÜNYA SAVAŞI'NIN TÜRK DEVRİMİ'NE KATKILARI
Savaşa ister katılsın, ister katılmasın, Osmanlı Devleti'ni parçalama planları savaş öncesinde sözleşmeye bağlanmıştı. Dünyadaki mevcut güçlerin saflaşmasının ana ekseninde, savaşın taraflarını oluşturan iki emperyalist kamp yer almaktaydı. O zaman, emperyalizmin Türkiye'yi parçalama ve yok etme planlarını boşa çıkarmak için savaşa katılmak, savaş dışı kalmaya göre daha elverişli olan seçenekti. Türkiye'nin, Ezilen Dünya'da bir ülkenin kendi özgücüne dayanarak emperyalizme karşı milli devrimini başarıya ulaştırabileceğinin ilk örneklerinden birini vermesi de, aslında bu sayede olanaklı hale gelmiştir. Üstelik “Osmanlıcılık” ve “İslamcılığın” çıkmaz birer sokak olduğu, tarihin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürme konusunda Türkiye'ye tanıdığı tek seçeneğin millet temelinde kurulmuş bir cumhuriyet olduğu, bu süreç içinde hızla açığa çıkmıştır.

ATATÜRK DEVRİMİ'NİN DÜNYAYA MALOLAN BELGİSİ

Birinci Dünya Savaşı'nın sonrasındaki tarihsel gelişmeyi etkileyen en önemli sonucu, kuşkusuz Rus ve Türk devrimleri olmuştur. Bu iki devrimin daha sonra uğradığı geçici yenilgiler de, insanlığa ortak bir ders vermiştir. Ezilen Dünya'nın emperyalizme karşı sonul bir zafer kazanmasının vazgeçilmez koşulu, devrimin her türlü sömürünün ortadan kaldırıldığı bir dünyaya, Atatürk'ün deyişiyle “Büyük Uyum Dünyası”na ulaşılana kadar sürdürülmesidir.

Günümüzün cepheleşmesi, emperyalizm ile Ezilen – Gelişen Dünya arasındadır. 1. Dünya Savaşı'nın yol açtığı Milli Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyet Devrimimizin bu süreç içindeki öncü konumunun günümüz dünyasına damgasını vuran çok önemli bir kanıtı daha vardır. Bugün Atatürk'ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” belgisi, ezilen - gelişen milletlere malolmuştur. Emperyalizmin Ezilen - Gelişen Dünya'ya karşı sloganı ise, “yurtta kargaşa, dünyada savaş”tır.