Birleşik Krallık ve ahlaki çöküntü
Birleşik Krallık’taki tüm gazeteler bugün manşet haberin ne olacağı konusunda ciddi bir ikilem yaşadılar. Bir yanda “Post Office”denilen postane hizmetleri şirketi, önceki yıllarda Royal Mail (Kraliyet Postası) yani kraliyete bağlı olan postane hizmetlerinden ayrılmış kurumun yaptığı akıl almayan haksızlıklar zinciri, diğer yanda 1980’li yıllarda bile bile AIDS ve hepatit virüsü taşıyan kan ürünlerinin hemofili hastalarına verilmesi…
Postane hizmetleri yani mektup, paket iletilme işleri hükümetin de bir parçası olduğu şirketin semtlere, köylere, alt bayilikler vermesi ile yürütülürken bu işlerde kullandıkları Japon yazılım firması Horizon’ın hatalı programı nedeniyle bu alt bayiler 1900’lü yılların sonlarından başlayarak hesaplarında hata yapmış, (insanlar borçlu değilken yazılım hatası onları borçlu göstermiş) yani para çalmış gibi görünmüşler ve mahkemeye verilip bazıları hapis yatmış. Yıllarca süren bu olayda intihar edenler, hastalanıp ölenler, hapiste doğum yapanlar, yüzlerce aile haksızlığa uğramış, elleri avuçlarındaki paraları borç ödemeye harcayıp üstelik hırsız etiketi yemişler.
BİLE BİLE ÖRTBAS ETMİŞLER
Üst yöneticiler Horizon programında hata olduğunu anladıkları halde konuyu bile bile örtbas edip bu facia durumu sürdürmüşler, insanları haksızca hapse atmış, olmayan borçları onlara ödetmişler. Sonunda BBC’nin yaptığı bir programla olay ortaya dökülünce takke düşmüş, kel görünmüş ama yıllarca bu konu altında haksızca ezilmiş ailelerin acıları dinmemiş. Geçtiğimiz günlerde, bir de kilisede vaaz verme yetkisi olan din kadınlığı sıfatlı, şirket CEO’su Paulo Vennells mahkeme önünde timsah göz yaşları döküp en üst yönetici olmasına karşın hiçbir şeyden haberi olmadığına inandırmaya çalışıyordu.
AIDS’li ve hepatitli kanların verilme olayı ise neredeyse 45 yıllık bir konu, yine bu kanların verildiği insanların birçoğu ölmüş, bu kanlar yine bile bile verilmiş ve takke düşüp kel görününce her hükümet konuyu savsaklamış, mağdurlara tazminat bile verilmemiş yıllardır… Bir zamanlar dünyaya ahlak öğretmeye soyunmuş İngiltere, nasıl bir ahlaki çöküntü içinde…
Kovid sürecinde bir yanda Kovid nedeniyle halkı eve kapatıp, insanların hastanelerde vefat eden yakınlarına son bir veda bile edemediği, cenaze törenleri yapamadığı günlerde “Güzel havadan faydalanmak için” Başbakanlık binasının bahçesine 100 kişiyi e-posta ile içkili partiye davet eden son derece duyarsız ama ayrıcalıklarını iyi değerlendiren bir Başbakanları da olmuş, diğer yanda ABD’de görülen Epstein ve Gislaine Maxwell genç kızları para karşılığı kandırıp cinsel suiistimal eden skandalın mahkemesi ile ortaya dökülen 18 yaşın altında genç bir kızı, Virginia Guiffre’yi, cinsel suiistimal eden Kraliçe Elizabeth’in oğlu Prens Andrew hakkında hakimin aldığı “Prens Andrew yargılanmalı” kararının üstünden de pek zaman geçmedi…
PARANIN, GÜCÜN VE AYRICALIĞIN GETİRDİĞİ PERVASIZ YOZLUKLAR
Kısacası “Güneşin Batmadığı İmparatorluk”tan geriye kalan Birleşik Krallık paranın, gücün ve ayrıcalığın getirdiği yozluklar içinde çatırdıyor, tökezliyor. Acaba toparlanabilecek mi bu çatırtıdan? Yazılı anayasası bile olmayan, 1200’lerde yazılan Magna Carta ile demokrasinin beşiği, Fransız İhtilalinde giyotinle, 1917 Rus devriminde vurularak yaşamını kaybeden Fransız ve Rus kraliyet ailelerinin tersine zamanında halkına sahip çıkarak ayakta kalmış, geleneklerini önemseyen, yozluktan uzak ve etik olmak için çok çaba gösteren İngiliz Kraliyetinin son sembolü Kraliçe Elizabeth’le bugünlere gelmiş, birçok şeyin güvene ve geleneklere dayalı ilişkiler içinde yaşandığı ülke, kendine yakışmayan nahoş şeyler yaşıyor.
Bir yanda 70 yaşını aşmış, yaşamını çeşitli özverilerle, baskıyla, karınca misali çalışkanlığıyla, belki de mutsuzlukla geçirmiş, bir türlü kral olamamış, kral olduktan sonra kansere yakalanmış Kral Charles, bir yanda gününü gün etmiş, ağustos böceği misali iki yetişkin kızının onurunu bile düşünmemiş Prens Andrew. Kızlar da mahzun, başları öne eğik. Kızların biri Kovid yasakları nedeniyle düğün derneksiz sessizce evlenmişken, Kraliçe kendi eşini cenazesinde tek başına oturarak yapayalnız uğurlamışken, parti yapan başbakan da bu ülkenin başbakanı. Özveri ile şımarıklığın iç içe geçmiş tutarsız halleri yaşanıyor ülkede…
SARAYDA IRKÇILIK
Daha Prens Charles’ın oğlu Harry ve eşi Megan’ın saraydaki çeşitli baskılar ve ırkçılık nedeniyle İngiltere’den ayrılıp ABD’ye yerleşmelerinin yansımaları küllenmeden Prens Andrew’un bu yozluk nedeniyle ABD’de yargılanması, etik açıdan noter bile bulunmayan, bir imza ve beyan ile kanıta gereksinme duyulmadan çoğu işin çözüldüğü, pasaport alındığı, seçimlerde kurşun kalemle, perde arkasına saklanmadan oy verilen, onura dayalı gelenekleri olan ülkenin üzerine bu olaylar balyoz gibi çökmüş durumda.
The Guardian gazetesi terlememe hastalığı bulunduğunu iddia eden Prens Andrew için “Şimdi gerçekten terliyor, tek tek tüm seçeneklerini kaybediyor” diye dalga geçiyor ve cinsel suiistimali göz önüne serip tek olanak Prens’in 17 milyon sterlinlik İsviçre’deki dağ evini satarak ve onu suçlayan Virginia Giuffre’ye para ödeyerek konuyu kapatması olduğunun altını çiziyor.
Bu arada Kraliçe oğlu Prens Andrew’un tüm kraliyet ve askeri unvanlarını iptal etti ve kraliyet iletişim sitesinden artık Andrew’un sıradan bir vatandaş olduğunu duyurdu. Prens Andrew ve Epstein-Maxwell çiftinin yakın arkadaş olduğu, Prensin sık sık New York ve Londra’da onların evinde kaldığı, onların da Kraliçe’nin İskoçya’daki Balmoral Şatosunda kaldığı biliniyor.
Kısacası etik gelenekleriyle yaşayan, Magna Carta’nın anayasasız ülkesi zor günler yaşıyor…